Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Aksiyon'un geçen haftaki kapak konusu, 27 Mayıs Darbesi'nin, kamuoyunca pek bilinmeyen bir yönünü yeniden göz önüne getirmesi bakımından önemliydi; bu darbe sadece Türkiye'nin anayasal nizamını, meşru anayasasını, parlamentoyu, meşru hükûmeti ve halkın dirliğini berhava etmekle kalmamış, bizatihi ordu içinde de büyük bir karışıklığa ve tasfiyeye sebep olmuştu. Dosya kapağını teşkil eden, "Darbe içinde darbe" başlığı sadece muhtelif gerekçelerle ordu mensubu 7 bin 200 subayın ordudan uzaklaştırılmasını ifade etmiyor, ordu hiyerarşisini altüst eden Millî Birlik Komitesi tipi cuntacılığın kendi mantığı içinde başarıya ulaşarak orduda emir-komuta zincirinin kırılmasını da kapsıyor. Bu çehresiyle 27 Mayıs Darbesi, binlerce yıllık Türk ordu geleneğini de yıkmış, ordu içinde ikiliğe ve ayrımcılığa da sebep olmuştu. Sadece bu gerekçe bile 27 Mayıs Darbesi'nin niçin asla övülmemesi, örnek bir hareketmiş gibi gösterilmemesi gereğini de ifade ediyor. Oysa ki 27 Mayıs Darbesi, aradan geçen yarım asra rağmen Türk basınında, aydınlar ve birtakım bilim adamları arasında hâlâ örnek bir aydınlanma hareketi, bir hürriyet mücadelesi, hatta Atatürkçülük doğrultusunda Türk ordusunun ve gençliğinin zalim bir hükûmete karşı direnme hakkını kullandığı mübârek bir kalkışma gibi takdim edilmekte övülmektedir.

27 Mayıs Darbesi'ni hâlâ övebilenlerin varlığı, ne yazık ki bizi şaşırtmıyor; 27 Mayıs Darbesini matah ve meşrû bir kalkışma gibi savunanlar, bugün de üç aşağı beş yukarı 27 Mayıs modeli bir başka cuntacılık hareketinin savunuculuğunu yapıyorlar. Bugünlerde devam etmekte olan dava, âdeta tarihin tekerrürü gibi. Fakat bir farkla; bugünün cuntacıları suçüstü yakalandılar, emellerine ulaşamadılar ve haklarında usûl kanunlarına uygun olarak düzenlenen bir iddianame ile adaletin karşısına çıkarıldılar ve eylemlerinin hesabını veriyorlar.

Cuntacılık kaybederse hukuk devleti kazanacak; darbecilik yenilgiye uğrarsa, demokratik usûl ve prensipler galebe edecek ve Türkiye inşallah, tam da Atatürk'ün muradına uygun "muasır ve güçlü" bir devlet mevkiine gelecek.

Bir mânâda Türk devlet geleneği en kritik imtihanını vermekte!

HUKUKÇULARIN YEDEĞİNDE

GERÇEKLEŞTİRİLEN DARBE!

27 Mayıs Darbesi, ordunun iç işleyişi açısından bir fecaatti fakat bu darbeye, tam da o günlerde meşruluk kazandıran hukuk mekanizmalarının durumu, işin açıkçası, kendi arasında örgütlenen 30-40 subayın darbe yapmaya kalkışmasından daha yüz kızartıcı bir sâbıkadır.

1950 ile 1960 arasında hukuk fakültelerinde okuyan bir fikir adamının sözleri bu bakımdan meseleye ışık tutacak derecede önemli ve benim kanaatime göre yeni bir değerlendirmedir. Bu fikir adamımız diyor ki (meâlen), "50'li yıllarda gördüğümüz ve yaşadığımız siyasi muhalefetin iktisadi, sosyal, fikrî, ideolojik bir boyutu yoktu; muhalefet sadece hukuki bir platformda ve özellikle üniversitelerin hukuk fakültelerinde, hukuk profesörleri tarafından verilen mütalaalarla sürdürülüyordu. O günlerde gazete muhabirleri sektirmeden hukuk fakültelerinde, devrin meşhur hukuk profesörlerinin derslerine girer, ders esnasında verilen hükûmetin icraatını hukuk nokta-i nazarından eleştiren sözleri haber yapar ve manşetlere taşırlardı. Siyasi muhalefet ise bu tarzda mütalaaların peşine takılarak hükûmeti eleştirirdi; böylece bütün siyasi muhalefet hukuk eksenine bağlanır, hükûmetin siyasi, toplumsal, iktisadi icraatını eleştiren bir zenginlik göstermezdi."

Bu izah tarzı, 27 Mayıs Darbesi'ni gerçekleştiren Komitecilerin, niçin darbenin ilk günü büyük çoğunluğu İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden olmak üzere hukuk profesörlerini alelacele uçakla Ankara'ya getirttiğini ve aynı acelecilikle, "Darbenin meşruluğu ve haklılığı" üzerine bir bildiri yayınlattığını da izah ediyor. Sıddık Sami Onar, Tarık Zafer Tunaya, Muammer Aksoy, İsmet Giritli, Amil Artus, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu ve Hüseyin Nail Kubalı gibi devrin en tanınmış hukukçularından oluşan bu komisyon, sadece Türk hukuk tarihinin değil, üniversite geleneğinin de en büyük kırılma noktasını teşkil eden kritik rolü yerine getirirken, hukuk düsturlarından ziyade siyasi heyecanlarıyla hareket ederek ilmî kariyerlerini gölgelemişlerdir.

"HOCALARIMIZ İLİM SAHİBİYDİ

FAKAT FAZİLETLERİ NOKSANDI!"

Millî Birlik Komitesi'nin en yüksek rütbeli mensubu Tümgeneral Cemal Madanoğlu, sonraki yıllarda o gün yaşadıkları şöyle anlatıyor:

"Ne yapacağız yahu diyorum. 5-10 subayla koca devleti nasıl hâle yola sokacağız. Bütünüyle bu düşünce kafamda (...) Adeta neşem kaçtı. İçimde bir ışık çaktı sanki. Tamam dedim. Ben şimdi profesörleri çağırırım ve onlara ihtilal heyecanı ile bir kurucu meclis kurdururum dedim (...) Geldim. Profesörleri Genelkurmay'da bir salona oturtmuşlar. Böyle sinema seyredecek gibi yan yana dizilmişler. Karşılarında bir masa var. Ben masaya geldim. Oturmadım. Ayaktaydım. Bütün konuşacaklarım kafamda düşündüklerim hepsi gitti başımdan. Dedim ki, sayın hocalar, profesörler. Biz bir iş yaptık. Ağzımdan böyle çıktı. Bunlar hemen bağırdılar. Siz vatan kurtaran arslansınız, şöyle yaptınız, böyle ettiniz filan. Dedim, şimdi edebiyatın sırası değil. O sonra. Şimdi beni dinleyin" (Erdoğan Günal, Türkiye'de Demokrasinin Yüzyıllık Serüveni, Karakutu y, İst. 2009, s.147)

Bu hukukçular, hemen o gün bir bildiri hazırlayarak bunun adi bir hükûmet darbesi olmadığını, DP iktidarının meşruluğunu kaybettiğini, Atatürk ilkelerine aykırı davrandığını, "Bir hükûmetin meşruluğunun sadece onun orijinine, yani onun iktidara gelmesine bağlı olmadığını, TBMM'nin yasama organı olmaktan çıktığını ileri sürerek darbeyi alkışladılar ve o gün itibariyle ne yapacağını bilemeyen, meselenin bu kısmı hakkında hiçbir fikrî hazırlığı olmayan acemi darbecilere bir ihtilal komitesi kurma fikrini telkin ettiler.

Aynı "Hukukçular" topluluğu", darbenin 15. gününde MBK üyelerine verdikleri akılla 1924 Anayasası'nı ortadan kaldıran 1 numaralı kanunu çıkarmalarını öğütlediler. Daha önce verilmekte olan kanun numaralarını sıfırlayarak, yeni bir devletin, yeni bir "Cumhuriyet"in ilk kanununu yayınlayan darbeciler, Hukuk Profesörlerinin kaleme aldıkları bu kanunla MBK'nın TBMM'nin yerine geçtiğini, Bakanlar Kurulunun MBK tarafından seçileceğini, atama yetkisinin MBK Başkanı Cemal Gürsel'de olacağını ve MBK'nın ölüm cezaları onaylamak da dâhil denetim ve azletme yetkisine sahip olduğunu -sözde- kanun hâline getirdiler.

12 Haziran 1960 ve 1 Sayılı kanun, Mustafa Kemal Atatürk'ün en büyük siyasi düsturu sayılmak lazım gelen 1924 Anayasası'nı fiilen çöpe atan bir kanundur; ihtiva ettiği kapsam itibariyle keyfî bir anayasadır. Bu anayasanın mimarı, yukarda adı geçen o devrin hukuk otoriteleri ve allâmeleri idi.

O devri yaşamış bir başka hukuk fakültesi öğrencisi, hocaları hakkında şâheser bir hüküm vererek diyor ki, "bu hocalarımız belki ilim sahibiydiler fakat faziletleri noksandı!"

DARBECİLERİN GÜLÜNÇ GEREKÇESİ

Darbeciler, seçimle işbaşına gelmiş meşru hükûmetin Başbakanını ve iki bakanını -dikkat ediniz- 1924 Anayasası'na aykırı davranmak suçuyla itham ederek astırdılar; halbuki 1924 Anayasası 27 Mayıs tarihinde fiilen ayaklar altına alınmış, 12 Haziran'da ise çöp tenekesine fırlatılmıştı.

Türk milleti 27 Mayıs Darbesi'ni asla unutmamalı, aradan geçen elli yıla rağmen hâlâ bu darbeyi övenleri ibretle seyretmelidir.