Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

28 Şubat'ın en yakıcı, en çok iz bırakan tarafı laikçilik cereyanının yeniden şampiyonluğunu ilan etmesi değildi, fikri ayrılıkların "fırsattan istifade" düşkünlüğü ile ithamdan daha cür'etkâr bir sûret göstererek iftira kalıbına dökülmesini kolaylaştıran bir tesir yapmasıydı. Türkiye'de her müdahale ertesinde "seciye" tartıya çıkıyor ve ne yazık ki hafif geliyor. Oysaki insanın insandan ümidini kesmesi, insanlığın en derin bunalımıdır.

Zaman kadrosunun genç gazetecilerinden Tuncer Çetinkaya'nın, "En Uzun Şubat" isimli kitabını gözden geçirirken, sair zamanda medenî ve göstermelik bir düzlemde yürüyen meslektaşlık, komşuluk, tanışıklık ilişkilerinin şartlar değiştiğinde nasıl kolayca düşmanlık insiyakı haline gelebildiğini anlatan örnek olaylarla karşılaşmak beni sarstı. Çabuk unutuyoruz; unutmak bazen iyidir, hatta çok iyidir. 28 Şubat, ufûnet gibi hâfızanın derinliklerinde saklanıp günü gelince hatırlanacak bir dönem olmamalı. Kötü şeyleri unutmakta zihnen şifâ vardır. Tuncer Çetinkaya'nın kitabı, "unutulmasın, hep hatırlansın" kasdıyla kaleme aldığını sanmıyorum ama hep hatırlanması gereken insanın insandan ümit kesmesine yol açacak derecede alçalabilmesi ihtimâlidir. Geçenlerde televizyonda adını anmak istemeyecek derecede sevmediğim bir meşhur türkücü seyircilerine şöyle yakınıyordu:

-Çakal gibi dostum olacağına arslan gibi düşmanım olsun!

Kötü ağızdan taş gibi ağır ve doğru söz; söyleyene değil, söze bakacağız.

Dünya görüşlerimiz farklı olur, hayat tarzlarımız ayrıdır, hadiseleri farklı tarzda yorumlarız; biriyle farklı düşünmek onunla düşman olmayı gerektirir mi? Düşmanlık bile neticede anlaşılabilir bir şeydir ama düşmana karşı dahi civanmertlik gösterilmeyecek olduktan sonra civanmertliği lugâtte bulundurmanın ne mânâsı vardır ki?

"Belge ve şahitleriyle bir dönemin trajik hikâyeleri" altbaşlığı ile yayınlanan kitapta beni en çok sarsan, civanmertliği zedeleyen iddialar ve iftiralar oldu; kitapta yer alan hadiseler daha ziyade eğitim kurumlarına, bu kurumların yönetici ve öğretmenlerine yönelik ihbar ve jurnallerle ilgili; yaralayıcı olan da bu nokta zaten.

28 Şubat bazı insanların seciyelerini büktü, omurgalarını bozdu ve onların içindeki şövalyelik (civanmertlik) hissini çürütüp bir daha asla işe yaramaz hale getirdi; mağdurlardan değil müştekilerden bahsediyorum. O âna kadar -aksine bir bilgiye sahip olmadığınız için- arslan karakterli kabul ettiğiniz birinin, küçücük bir fırsatta hiç tanımadığı birine çakal sûreti göstermesi, bana göre mağduru daha çok tahriş eder çünkü mağdurun şahsında kaybedilen şey, insanın bir başka hemcinsine duyması gereken tabii güven duygusudur. Darbe ve müdahale dönemleri arslanları kedileştirdiği için değil, sıradan insanların içindeki çakalı uyandırdığı için de zarar veriyor. Selamdan öteye hukukunuz olmayan bir komşunuzun, hakkınızda en inanılmaz ithamlarla dolu şikayetlerde bulunduğunu öğrenince ne hissedersiniz? Hiç tanımadığınız birinin, sırf öyle zannettiği için size düşmanca bir nazarla baktığını hissetseniz veya ondan size yönelen bir şiddete maruz kalsanız ne düşünürsünüz? Sanılanın aksine mağdur ve mazlum olan zedelenmez; müfteri allak-bullak olur ama bilemez; bilse müfteri mevkiinde kalmaz zaten.

Kitapta, ithamından utanan, yaptığı işten sıkılan insan portreleri de var çok şükür! Bu çok önemli, tanımadığımız herkesten şüphelenme paranoyasına kapılmamak için önemli.

Ne demişti Nâmık Kemâl, tam yeridir: "Mürüvvetmend olan mazluma el çekmez ianetten". Yıkıldığı yerde insanlığı tutup kaldıran bir karakter tutarlılığı. Başkaca hiçbir ön sıfata hâcet bırakmaksızın insanı süsleyen en büyük meziyet budur ve Cenab-ı Hak böylelerinin sayısını aramızdan eksiltmez inşallah!