Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Fakültelerde "hâkimiyet kurmak" diye bir kavram geliştirilmişti; benim fakültem sadece solun hâkimiyetinde bulunmakla kalmıyor, öğretim üyesi ve öğrenci kadrosunun kısm-ı âzâmı itibariyle bir nevi sosyalist fikriyatın genel merkezi muamelesi görüyordu. SBF'nin öğrenci yurtları, bir sene önce polis tarafından aranmak isteyince, içerdeki dirençli öğrencilerin karşı koyması yüzünden büyük tahribata uğramış olduğu için kapalıydı. Fakülte öğrencilerine tahsis edilmiş özel bir yurdun bulunması, 70'lerin Türkiye'sinde büyük lüks, çok güzel bir imkândı ve benim kuşağım bu imkândan hiç istifade edememiştir. 12 Mart akabinde getirilen sıkıyönetim disiplini sebebiyle ilk birbuçuk sene sıradan öğrenciler gibi, nisbî bir rahatlık içinde derslere devam edebilmiştik ama 1974'deki meşhur eylemci affından sonra fakülteye devam etmek, bizler için fiilen imkânsız hâle gelmişti. Bir defasında fakülteye girmek için bir öğle vakti ana kapıya doğru yürürken etraftaki çimenliklere yayılmış solcu arkadaşların bizleri taş yağmuruna tutarak geri püskürtmesini hiç unutamam.

İşte bugünlerde bazı kart solcu eylemcilerin "68'liler kuşağı, 68'lilik ruhu" diye pazarlamaya çalışıp nostalji unsuru gibi takdim ettikleri şey, en hafif renkleriyle böyle berbat bir tablodur ve bu tablo sonraki günlerde daha da ağırlaşmış, bomba sesleri, silah ve kanla lekelenmişti.

68'liler..., onlar her kimse, dünyadan habersiz çoluk-çocuğu kandıracaklarına Türk toplumundan özür dilemelidirler. Yaptıkları her şey baştan aşağı yanlıştı; yanlış bir fikrî yapı üzerinde duruyor, yanlış yönlendiriliyor ve yanlış işler yapıyorlardı. O dönemin yayın organlarını gözden geçirince "şiddete, özellikle devrimci şiddete" ne kadar övgü dizdiklerini hayretle göreceksiniz. Sınıf savaşını ve proletarya ihtilâlini savunmaya kalkışmaları ise ne kadar sığ ve naif bir ideolojik çizgiye tutunduklarını gösterir.

Bu konuda hayli teferruat bilgisi aktarmak mümkün ama neticeye bakalım: Proleterya şuurundan mahrum köylü kitlelerini mezhepçilik ve etnik ayrımcılık kartlarını kullanarak peşlerine takıp kırlardan şehirlere doğru halk ihtilâli başlatmayı düşünen şiddet sevdalıları, 12 Eylül fırtınasını bir şekilde atlattıktan sonra, meslek itibariyle "profesyonel devrimci" kimliklerini bırakıp, o güne kadar ağız dolusu sövdükleri büyük sermaye şirketlerinde yöneticilik kadrolarına talip oldular. Mahkemelerde kendilerini savunurken gururla haykırdıkları "profesyonel devrimcilik" mesleğinde -nedense?- artık bir gelecek görmüyorlardı.

68'liler 68'li yıllarda çocuktular, 70'li yıllarda silahlı eylemci ve provokatör kimliğine büründüler; bugünlerde yine çocukluğa avdet etmiş görünüyorlar. Bu nitelemeler hiç de ağır ve haksız yakıştırmalar değildir; 70'li yılların ortalarında Türkiye'de Maoculuk yapmak, köylü kitlelerini silahlandırarak şehirleri zaptetmek fikri, çocukluk değilse nedir? Ya o Enver Hocacılara ne demeli? Türkiye'yi o yılların Arnavutluğundan bile daha geri buluyorlar ve ülkesini küçük bir hapishane hâline getirmekten başka fazileti olmayan bir adamın fikrî önderliği uğrunda kendi kardeşlerine düşman gibi bakıyorlardı. Hiç unutmam; bir voleybol müsabakasında bizim solcuların Enver Hocacı takımı, Türk voleybol takımını değil Arnavutluk millî takımını alkışlamışlardı. Sâfiyetin bu kadarı belki mâzur görülebilir ama, zihinlerinde kurguladıkları muhayyel bir devrim uğruna şiddeti övmeleri, cinayet işlemeleri, hatta asker ve polis öldürmeleri hoş görülecek şeyler zümresinden değildi.

Tarihin ne garip bir tecellisidir ki, -belki de "istihzâsı" demeliyiz- bundan otuz sene önce askere ve polise kurşun yağdıran, orduyu faşistlikle, hükümetleri emperyalizm uşaklığı ile, Atatürk'ü gardırop devrimcisi olmakla niteleyen bu kuşağın yaşlı mensuplarından bazıları şimdilerde militarizme övgü derecesinde ordu hayranı, darbeciliği alkışlayacak kertede demokrasi aleyhtarı bir tavır içinde görünüyorlar.

Hayır, bu ucuz ve pespâye "68'liler" edebiyatını köpürtmeye kimsenin hakkı yok; bugünün çocukları, o günleri sırtına parka, beline palaska kuşanıp askerî bot giyerek hızlı solculuk yapan romantik bir gençlik kuşağının hikâyesi olarak bilmemeliler, çünkü gerçek tamamen başka. 68'liler bugün "kart ve romantik devrimci" pozlarıyla fiyaka satmayı değil, aslında cehaletleriyle bütün toplumu ne büyük acılara sürükledikleri için yargılanmayı hak ediyorlar; en azından tarihin ve ma'şeri vicdânın mahkemesinde yargılanmaları gerek.

68'liler efsânesi büyük bir fiyaskodur; bu kuşak, önyargıları doğrultusunda silah kullanmayı, şiddeti övmeyi ve cana kıymayı başarmıştır ama bu sözde başarının yanına ilâve edebilecekleri entelektüel bir başarıdan söz edilemez. Sosyalizmin, onların sevdiği tâbirle "Marksizm-Leninizm"in evrensel dağarcığına ciddi bir katkıda bulunabilmiş de değillerdi.

Bu romantizmin köpürtülmesi, hiçbir şeyden haberi olmayan, ciddi surette kitap kültüründen kopmuş bugünün gençlerine fayda vermez, aksine çok zarara uğratır. Yakın tarihini, televizyon dizilerinden yarım-yamalak öğrenen ve daha tehlikelisi öğrendiğiyle yetinen bugünün gençlerine, "silahlı devrimci şiddet" öğretisinden başka bir marifetleri görülmeyen mücrim bir kuşağın jelatinle ambalajlanmış hâtıraları iyi örnek diye sunulamaz. Türk gençliğinin özenmesi gereken "iyi ağabey" tipi Deniz Gezmiş ve arkadaşları olmamalıdır. Onlar, idam gibi ağır bir cezayı hak etmemiş olmakla birlikte bal gibi suçlu insanlardı.

Ve kanunlarımızda suçu övmek diye bir fiil olması lâzımdı; hâlâ yerinde durur mu bilmem?