ABD, modern zamanların imparatorluğu görevini üstlenebilir mi?

ABD'nin, kötü niyetlileri caydıracak, güçsüzleri himaye edecek, milletlerarası planda adalet beklentilerini karşılayacak noktadan çok uzak olduğu açıktır. Yani dünya imparatorluğunun tahtı hâla vârisini bekliyor.

İmparatorluklar, dünya tarihinin gördüğü en "iyi" siyasi organizasyonlardır; bu hükmü güçlendiren en önemli sebep, bünyelerinde çok sayıda farklı inancı, kavmi ve menfaatleri uzlaştırması, büyüklüğü sebebiyle siyasi istikrara sahip olması ve elbette tebâsını adalet ile hoş tutması olmuştur. Adalet, insan topluluklarının ezeli ve ebedi ihtiyacıdır ve modern zamanlarda bu ihtiyaç azalacağına bilakis artmış bulunuyor. Güvenlik ihtiyacı daima önceliklidir ama güvenliğin dahi mutlaka adalet ile takviyesi gerekir zira adalet devletin uzun ömürlü ve istikrarlı olmasının ilk ve en mühim şartıdır. Sırasıyla Roma, Bizans ve Osmanlı imparatorlukları, bu açıdan kayda değer nitelikler taşıyor zira imparatorluk evvela geniş çapta "sulh ve selamet nizamı" demektir; bu üç örnek kendilerine mahsus bir nizam ve siyasi hukuk inşa ederek insanların bir arada barış içinde yaşayabileceklerini göstermişlerdi.

Hemen hatırlanacağı üzere "milli devlet", imparatorluklara göre çok daha küçük ölçekli ve imparatorluk idealiyle kıyaslanmayacak ölçüde dar siyasi hedeflere sahip modern organizasyonlardır. Batı tarihinde XIV. yüzyıldan itibaren teşekkül etmeye başlayan milli devletler özellikle istikrar ve barış noktasında imparatorluklara göre daha zaafiyetli bir yapı göstermişlerdir.

İmparatorluklar, tarih itibariyle çok eskilere dayanıyor ama varlıklarını hâlâ sürdürebiliyorlar: XX. yüzyıl, iki imparatorluğun çökmesine, bir yenisinin ise kurulmasına şâhitlik etti. Büyük Britanya (İngiltere) İmparatorluğu, I. Dünya Savaşı'nın ertesinde batarken Doğu Avrupa'da yükselen SSCB, imparatorluk fikrine ideolojik bir yorum getirerek yüzölçüm itibariyle dünyanın en büyük kara devletini kurdu. SSCB takriben 70 sene sonra kendi ağırlığının altında kalarak çöktü ve dağıldı. Farklı kavimleri bir arada tutmak için Sosyalist ideallerden önce "adalet"i temin etmeleri gerekirdi. SSCB, imparatorluk fikrine, kendi tebasına karşı baskı ve şiddet uygulayarak ihanet etti. Büyük Britanya da adaletten önce sömürü anafikrine ağırlık verdiği için uzun ömürlü olmadı; bu imparatorluğun ömrü iki asırdan ibarettir. Halbuki Roma ve Bizans ortalama 1000, Osmanlılar ise 600 sene ayakta kalabilmişlerdir.

Bugün imparatorluk fikrini tek başına ABD temsil ediyor. Eski dünyanın çok uzağındaki bir kıtada, II. Dünya Savaşı'ndan sonra yükselen Amerika İmparatorluğu, henüz yarım asrı bile doldurmadı.

Anayasasında yazmasa bile Amerika bir imparatorluktur; evvela gücü ve cesameti ile bu sıfata layık görünüyor; ikinci olarak Amerika'nın siyasi nüfuzu bugün bütün yerküreye yayılmış durumda. Sâlisen Amerika, kendi siyasi hudutları içinde imparatorluk fikrinin esasını teşkil eden çok sayıda farklı unsuru, sunduğu adalet ve refah standartları ile bir arada tutmayı başararak bir "Amerikalılık" aidiyeti inşa edebilmiştir. Büyük siyasi nüfuzuna ve ağırlığına rağmen Amerika'yı bir "ahir zaman" imparatorluğu olmaktan alıkoyan tek şey, iç hudutlarında yüksek standartlar seviyesinde tuttuğu adalet fikrini, milletlerarası platformda tahakkuk ettirememiş olmasıdır. Evvela Vietnam'da, daha sonra Körfez bunalımında evrensel adalet duygusunu inciten uygulamalarda bulundu ve bu bölgelerden çekilmek zorunda kalırken geride yığınla siyasi problem bıraktı.

ABD'nin milletlerarası planda en büyük gafı, Ortadoğu'da İsrail Devleti'nin zemin tutması uğruna, başta Filistinliler olmak üzere bütün Arap—İslâm dünyasını incitmeyi göze alması oldu; bu destek nitelik itibariyle "romantik" ama fiilen çok güçlü bir iktisadi, askeri ve siyasi bir kararlılık taşıyordu. Sırf bu tercihi yüzünden bile Amerika'nın "imparatorluk" fikrinin icablarından ne kadar uzak kaldığını söylemek mümkündür; İsrail'e açık ve kararlı destek vermekle ABD, sadece Arapları değil, İslâm âlemini de karşısına almış oluyordu. İslâm—Arap dünyası içinde ABD ile iyi ilişkiler içinde bulunan iki ülkenin Türkiye ve Suudi Krallığı olduğunu belirtmek bile, ABD'deki İsrail romantizminin ne kadar kötü siyasi sonuçlar doğurduğunu göstermeye yetecektir. İçerde ise ABD, bir "Amerikan Milleti" inşa etmek yolunda hâlâ büyük sancılar içindedir. Kıt'anın otokton ahalisini bir soykırıma tâbi tutmuş olduğu henüz hafızalardan silinmemişken, XVIII. yüzyıldan itibaren Afrika'dan köle tüccarları aracılığı ile celbedilen zenci nüfusun Amerikan toplumu içinde siyasi ve sosyal eşitlik beklentileri de büyük bir sıkıntı olarak varlığını sürdürüyor. Amerika'nın başarılı olduğu en mühim alan, iktisadi üstünlüğünün verimlerini iyi kullanmak suretiyle her vatandaşına bir "Amerikan rüyası" vaadetmesi oldu. Bu rüya, bütün nüfus tarafından henüz paylaşılmasa bile, bir ümit olarak parlaklığını koruyabildiği için Amerikan vatandaşlığı sahici bir aidiyet teşkil ediyor. Özellikle 11 Eylül'den sonra içerde "Amerikan milliyetçiliği"nin yükseldiği dikkate değer bir gelişmedir. Buna rağmen, serbest piyasa ve rekabet ortamının vahşiliği, standart Amerikan vatandaşını emekliliğine kadar büyük bir manevi baskı altında tutuyor. İşini kaybetme korkusu, Amerikan Rüyası'nın kâbusa dönüştüğü yerdir.

11 Eylül 2001 saldırısı ile ABD, yeni bir "İmparatorluk" misyonu ile başbaşa kaldı. Bu saldırının içyüzü hâlâ karanlıktır. Amerika, son on yılda geliştirdiği Küreselleşme ideolojisini böğründen vururcasına tepkisini bir imparatorluk akl—ı selimi ile değil, bütün refleksleri milli gurur ve menfaatler noktasında toplanmış bir milli devlet gibi düşünmekte ve davranmaktadır. Savaşa ve barışa muktedir olmak, elbette güce işaret eder ama güç her zaman büyüklük değildir. Zira güç varlığı alenen gösterilmeyen ama sezdirilen bir nitelikte kullanıldığında gerçek etkisini yapar. Kaba kuvvet gösterisi tahripkârdır, baş eğdirir ama gönüllü rızâdan uzaktır.

İmparatorlukların, tarihin gördüğü en iyi siyasi organizasyon olduğu yolundaki görüşüm, şahsi sempatimden kaynaklanmıyor; bu tesbit yine de izafi nitelikler taşımaktadır ve imparatorluk tarzında örgütlenmiş de olsa devletler cebir kullanan teşkilatlardır. Devletsizlik daha büyük bir kaos olduğuna göre, sıradan insanlar için en iyisi devlete karşı ferde daha geniş haklar tanıyan, buna mukabil daha az hükmeden bir devlet felsefesi olacaktır.

Amerika'yı, temelinde insan haklarına dayalı modern bir imparatorluğu hatırlattığı için bahse değer buluyorum; ancak Amerikan yöneticilerinin bu fikri doğru anladıklarından emin değilim. Onlar, kriz anlarında kolayca bir sığır çobanı, bir "Cowboy" gibi tepki göstermek alışkanlığından hâlâ vazgeçememiş görünüyorlar. Kriz anlarındaki refleksleri bize son tahlilde hâlâ "modern bir ceberrutluk"tan vazgeçmediklerini gösteriyor. Bu görüntüsüyle ABD'nin, kötü niyetlileri caydıracak, güçsüzleri himaye edecek, milletlerarası planda adalet beklentilerini karşılayacak noktadan çok uzak olduğu açıktır. Yani dünya imparatorluğunun tahtı hâla vârisini bekliyor.

ALINTI:

'Pek yakında aç hayvanların yiyeceğe üşüştüğü gibi birtakım toplumlar da sizin üstünüze üşüşecek'. Biri dedi ki, 'O gün sayıca az olduğumuz için mi bize üşüşecekler?'. Peygamber dedi ki, 'Hayır, o gün aksine siz çok olacaksınız, fakat selin getirdiği çerçöp gibi. Allah, düşmanlarınızın kalbinden size olan korkuları söküp atacak ve sizin kalbinize vehen yerleştirecek. Bunun üzerine birisi dedi ki, "Vehen nedir?". Peygamber şöyle cevap verdi: 'Vehen dünyayı aşırı sevmek ve ölümden hoşlanmamaktır."
-- Ebu Davud, IV, 111, Hadis nu: 4297

CISS: HABER HERŞEY DEĞİLDİR, HERŞEY HABER DEĞİLDİR

"Kur'an'da şifre var ve ben bu şifreyi çözdüm" yaygarasının Kanal 7'de bu derece ballandırılarak haber yapılmasının üstünde durmak gerek.

Kur'an'ın bir şifre ihtiva ettiği iddiası kadar İslâm'ın lâfzına ve ruhuna aykırı bir başka iddia olamaz; bu iddia tek kelimeyle cahiliye devrine dönüştür. Birileri, "Haber herşey değildir ve herşey haber değildir" sözünü iri harflerle yazıp haber editörünün duvarına asmalı.

SÖZ:

"Kısaca ifade edebilmek, kabiliyetin kardeşidir."
-- Anton Çehov

Kaynak (Arşiv)