Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Ah hocaanım ah, anlamazlar ki bunlar! Boşuna konuşuyor, nâhak yere kendinizi helâk edip gülden nâzik âsâbınızı yıpratıyorsunuz. Yazık size yazık! Bu memlekette Burhan Altıntop'lar -tüh dilim yansın "çağdaş bilim kadınları" diyecektim- kolay yetişmiyor. Sizin yaptığınız, hâşâ huzurdan yem torbasını gül yapraklarıyla doldurmak.

Ne lüzum var hanımefendi? Boca edeceksiniz pancar küspesini, biraz da arpa kırığı katacaksınız içine; kıtır kıtır kesecekler ("kesmek" tâbirini kırsal anlamda kullanıyorum, mâlum, "yem kesmek" diye bir tâbir vardır ya, ona telmihen!)

Harb-i umumi ertesi, orta mektep talebesiyim. Uzun teneffüste herkes dışarı çıktı, mânâsız oyunlarla mektebin bahçesinde (mektep deyince aklıma hep "mektebin bacaları" türküsü gelir nedense hocaanım; ille de Muazzez Türing hanımefendi okuyacak!) kendilerini yorarken, ben ise bizzat tâ o günlerden ilerici arkadaşım (ilerici olduğunu şuradan anlamıştım; oturduğunda yüzü, ayak parmaklarının gösterdiği istikamete, yani ileriye doğru dönüktü) Mükerrem ile sıraların üstüne çıkıp bale yapmaya başlamış idik. Ayağımızda kara lastikten Gızlıvat ayakkabıları... Biz öylecene Kuğu Gölü'nün 2. faslındaki (mâlum-ı âliniz "The City Park" olarak bilinir bu kısım) erkek kuğuların dansındaki figürleri temrin etmekteyiz; derken,

-Nedir lan bu rezalet, görgüsüz köylüler! diye barbar bir haykırışla, zalim bir avcının okuyla vurularak göklerden yere düşen kuğular gibi süklüm püklüm, başmuavin Tangut Bey'in karşısında buluverdik kendimizi.

Uzatmayayım hocaanım, mektebin disiplin kurulu neticede bize birer hafta uzaklaştırma cezası kesti. Gerekçesini duysanız, gülmez ağlardınız; meğer Kuğu Gölü balesinde erkek kuğular, zarafet yerine saldırganlığı temsil ettikleri içün çıplak ayakla dansederlermiş. Başmuavin Tangut Bey, Mükerrem'le benim Gızlıvat lastiklerle sıralar üzerinde dans edişimize o yüzden pek öfkelenmişler. Bizi, "balenin ruhunu öldürdünüz ulan, kültürsüz mürtecîler, ah n'olaydı İstiklâl Mahkemeleri lağvedilmeseydi de sizin sülâlenizi cümleten sürüm sürüm sürüseydik" diye döğmekten beter ettikten sonra cezamızı kestilerdi.

Valla çok haklısınız hocaanım, bu millet adam olmaz; baleden anlamaz, opera seyretmez, çok sesli musiki tegannîsini yirmilik çiviyle çaksanız bir yerlerinde durdurmaz, o'ssaat yere düşürüverir.

O günden sonra Mükerrem'le ben baleyi bırakıp, kahrımızdan namaza başladık hocaanım. Zaten karşı devrim de ipini kırmış ilermekte! "Namaz kılanlara ayda beş lira harçlık veriyorlarmış" diye duyduktu, meğer aslı yokmuş, kimse beş kuruş vermedi fakat namaza böylece alıştık gitti. Mükerrem bir ara, "yahu gel baleye yeniden başlayak" dedi, fakat garibimin boynu yana ve geriye dönmediği için temel figürleri yapamıyordu; onun hayatı böyle kaydı. Ben ise bir çift bale pabucu alacak parayı denkleştirene kadar yaşım bilmem kaçı bulmuş idi...

Bu hikâyeler acı fekat hakiykattir hocaanım; kazatada beyanatınızı okudum; işte nihayet benim hâlimi anlayan bir ehl-i bilim çıktı diye memnun ve mesrûr oldum. Hocaanım hocaanım, bunlar göğü yıldızdan, yeri kesekten tanıyan bir cem'i gafirdir. Birleşik pusulasında afbuyrun fil, eşek resmi görmeden fırkalarını bile tanımazlar; öyle olduğu içün ne müzenin, biyenalin yolunu bilir, ne de mitinge giderler ama "tavuk kanadıyla mangalda cızbız yapacağız, hadin seyrana gedek" deseniz koşa koşa seğirtirler.

Aslına bakarsanız hocaanım -aramızda kalsın- bu Türklere ekmek-soğan verende kabahat; bin küsür yıldır Arap-İran âdetlerinin peşine takılıp ööylecene şeyedip gidiyorlar. Bunlara bir öğün sopa atacak, ikinci öğün çağdaşlık dersi vereceksin; üstelik kitabın arasına darı, bulgur koymazsan okumazlar bunlar hocaanım, mâlumunuzdur!

İçim pek dolu bu mevzuda hocaanım, daha çok yazar idim fakat ikindi ezanı okunmakta el'an! Şu vaktin borcunu edâ edeyim, dertleşmeye bilahire devam ederiz inşaallah!