Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Hatırat türü kitaplar için kütüphanemde özel bir dolap ayırdım; önceleri yakın tarihçiliğin vazgeçilmez kaynaklarından biri olmak vasfıyla ilgi duyduğum hâtıratlar, zamanla okumaktan ve gözden geçirmekten özel bir lezzet aldığım kitap cinsi oldu.

Son yıllarda yayınlanan hâtırâtlarda beni en çok sevindiren husus esas metne ilâve edilmiş fotoğrafların bolluğu oluyor. Yüz sene önceki hâtıratlarda fotoğraf hem sayıca az (kiminde hiç fotoğraf bulamazsınız zaten) hem de görüntü kalitesi itibariyle kötüdür. Fotoğraf, özellikle bu tür eserlerde yazılı metni tamamlayan, zaman zaman metinden daha çok şey ifade eden vesikalar teşkil ediyor.

Çocukluğumda fotoğraf makinası az bulunur, hatta resmen lüks sayılabilecek avadanlıklardı. Nesildaşlarımın çoğunun çocukluk ve gençlik resimleri, başkalarının fotoğraf makineleriyle çekilmiştir. Okul yıllarında bu işi biraz gözüaçık, ticaretten anlayan, becerikli ve elbette fotoğraf makinesine sahip arkadaşlar görür, zaman zaman okula getirdikleri makine ile resim çekip on-onbeş gün sonra siyah-beyaz kağıda basılmış fotoğrafları para ile satarlardı. Günümüzde artık pek rastlamadığımız "şipşakçı" denilen seyyar fotoğrafçılar da mesire yerlerinde, resmî bayramlarda, nişan, sünnet, düğün gibi toplantılarda para karşılığında aynı hizmeti yerine getirirlerdi.

Altmışlı yıllarda piyasaya Rus malı ucuz, hantal ama pekâlâ iş gören makinalar girmeye başlayınca (Lubitel, Zenith) fotoğraf çekmek, her orta halli ailenin güç yetirebileceği bir merak halini almaya başladı ama yine de sıradışı ve pahalı sayılabilecek bir zevkti bu. Kapalı ve ışıksız mekânlarda resim çekmek için ancak bir kere kullanıldıktan sonra atılan magnezyum esaslı flaş ampullerinden edinebilmek hem zor, hem pahalıydı. Sonraları pille veya aküyle çalışan flaşların çıkmasıyla birlikte illâ ki güneşli havalara ve dış mekânlara mahsus kalan fotoğraf çekmek zevki, geceleri ve kapalı mekânları da fethetmeye başladı. Bu sessiz sedâsız gerçekleşen demokratik bir ihtilâldi âdeta. O günlerden sonra aile resimleri, küçük bir mukavva kutu içinde saklanan 20-30 fotoğraftan ibaret küçük koleksiyonlar olmaktan çıkıp "albüm" formatına terfî etti. Albümler artık pek kullanılmıyor ama önceleri her orta halli ailenin uzun kış gecelerinde eşe-dosta göstermekten zevk aldığı bir fotoğraf albümü bulunur, siyah zeminli karton sayfalara, küçücük zamklı etiketlerle yerleştirilen fotoğraflar, çok değerli bir hâtıra veya vesika ciddiyeti ile saklanırdı. Tek albüm, zamanla birkaç albüm haline geldi ama aile fotoğrafları sektöründe asıl ihtilâl plastik gövdeli, otomatik ve ucuz makinelerle patladı. 80'li yılların sonuna doğru plastik gövdeli makineler neredeyse her eve girdi ve böylece fotoğraf çekme tekniğinden haberi olsun-olmasın herkes, fotoğraf çekmenin zevkini bizzat tatmaya başladı.

Üstelik bu esnada Türkiye renkli film ve tab tekniği ile tanışmıştı. 70'li yıllarda ancak Almanya'da çalışan işçilerin albümlerinde görüp imrendiğimiz renkli fotoğraflar artık harcıâlem şeyler sırasına girebildi. Daha önceleri "agrandizman" usulü ile büyütülebilen büyük ebatlı fotoğraflar, ancak rahmete intikal etmiş büyüklerin vesikalık hâtıralarını yaşatmak için başvurulan pahalı bir usul halinde iken renkli ve tam otomatik baskı yapabilen laboratuvarların yaygınlaşmasıyla istenilen resmi hayli ucuza büyüttürmek mümkün hale geldi.

Şimdi evlerde fotoğraf saklamak için bir çekmece bile kâfi gelmiyor. Her vesile ile bol bol resim çekiyor, eşe dosta dağıtıyor ve fotoğrafları koyacak yer bulmakta sıkıntı çekiyoruz. Fotoğraf sayısı eskiye nisbetle belki yüz misli arttığı için herhangi bir sistematiğe uymadan fotoğrafları karmaşık bir yığın halinde muhafaza edebiliyoruz. Oysa ki negatif filmlerin etiketlenerek kutulara konulması, zaman sırasına göre sıralanmasını akledebilseydik ne güzel bir şey yapmış olurduk. Aslında aile fotoğraflarını arşiv haline getirmek için çok gecikmiş sayılmayız; tam vaktidir, zira fotoğrafçılıkta digital devrim başlayalı neredeyse beş sene doldu bile. İlk modellerine güç yetirilmez derecede fiyatlar biçilen digital makineler artık her orta halli ailenin harcı haline geldi ve şimdi digital fotoğrafları saklamak için yeni teknikler geliştirmek gerekiyor. Büyüklüğüne göre bir komapkt diske yüzlerce fotoğraf yerleştirmek mümkün ve bundan böyle aile albümlerinde fotoğraf kağıdı değil, disk saklamaya başlayacağız. Fotoğrafları kağıda basma âdetinin daha ne kadar devam edeceğini kimse tahmin edemez ama bu usulün yavaş yavaş terkedileceği âşikâr. Bugünlerde bilgisayar ekranları fotoğraf depolamak ve göstermek için yeterli görünüyor; belki yakın bir zamanda sadece digital fotoğrafı (hatta üç boyutlu fotoğrafları) göstermeye yarayacak basit, kullanışlı ve ucuz cihazlar geliştirilecek.

Ne olursa olsun, bilhassa benim nesildaşlarım için, bir dolap köşesinde karmakarışık bir yığın halinde saklanan eski fotoğrafları gözden geçirip sıraya koymanın, arkalarına aydınlatıcı notlar ve tarihler ilave etmenin zamanıdır. Fotoğraflar ailelerin tarihini aksettiren en göz alıcı belgeler ve bizden sonraki kuşaklar, bizi o resimlerle tanıyacaklar. Sadece aile hâtıraları da değil, hiç umulmayan bir aile karesinin arka planındaki nesnelerin, günün birinde çok önemli bir belge kıymetini kazanma ihtimâli de göz önünde tutulmalı. Ne var ki "bir şey çoğalınca kıymetten düşer" kanununu da gözden ırak tutmamak lazım; fotoğraf çektirmenin neredeyse bir mazhariyet sayıldığı zamanlarda fotoğrafın daha çok itibarı ve kıymeti vardı. Digital makinelerle çekilen fotoğraflar ise filme gerek duyulmaması yüzünden neredeyse bedava gibi algılanıyor. Hele cep telefonlarına fotoğraf çekme kabiliyeti ilave edildikten sonra fotoğrafın büsbütün kıymetten düşeceğinden endişe etsek yeridir.

Fotoğraf garip bir şeydir; geçmiş zamanın bir kağıt tabakası üzerine bastırılarak yapıştırılmasını hatırlatır bana; günün birinde canlanıp hareket etmeye başlayacaklarını zannettiğim bile olmuştur.

Kimbilir belki de, bakmasını bilenler için fotoğraf hâlâ yaşayan bir şeydir!