Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Yassıada Mahkemelerinde 8 ay yargılanan Altemur Kılıç'ın 27 Mayıs darbesine giden son altı aylık süreçte özellikle ordu ve muhalefet kanadından haylice ihtilâl sinyali aldığı anlaşılıyor. Darbenin "dış destek" boyutu hakkında o dönemde Amerikalılarla iyi temasları bulunan Altemur Kılıç'ın hissettikleri fevkalade önemli.

Son zamanlarda okuduğum en dikkat çekici hâtırat kitabı, Altemur Kılıç'ın "Kılıç'tan Kılıç'a" isimli eseri oldu. Resmi eğitimin bütün safhalarında "mecbûri" okutulan İnkılap Tarihi derslerindeki kuru ve sıkıcı ve çokça ideolojik retoriğin içine, sözünü esirgemez, samimi, heyecanlı ve nüktedan bir insanın hikâyesini koyduğunuzu düşününüz; Kılıç'tan Kılıç'a, bir mânâda Cumhuriyet Tarihi'nin insânî perspektiften hâtıralaştırılmış biçimidir. Akıcı, bir çırpıda okunan cinsten, sevimli ve önemli bir eser (Remzi Kitabevi, İst, 2005, fotoğraflar ve indeksle beraber 320 sayfa.)

Altemur Kılıç, Milli Mücâdele kahramanlarından ve Üç Aliler diye bilinen bir dönemin ünlü İstiklâl Mahkemesi heyetine mensup siyaset adamlarından, Atatürk'ün "silah arkadaşı" diye yâdedilmeye lâyık az sayıdaki insandan birinin, Ali Kılıç'ın oğlu. Nitekim yazar, "Ailemin, özellikle babam Ali Kılıç'ın toplumdaki yeri, bana hayatta önemli ilişkiler ve avantajlar sağladı. Soyadım sayesinde iş bulmam nisbeten kolay oldu, kapıları açtı" derken genç Cumhuriyet'in bir avuç dolusu elit tabakasına mensup bir aileye mensubiyetini samimiyetle vurguluyor.

Cumhuriyet'in gençlik yılları, bugünlerde anlaşılması hiç de kolay olmayan bir heyecan ve ümit çağıdır; tarih kadar eski topraklar üzerinde yeni bir devlet ve toplum biçimlenmekte, hayat bulmaktadır. "İmtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz" mısrâı, realiteden ziyade bu husustaki iyiniyeti işaretleyen bir slogan halinde inançla tekrarlansa da yeni siyasetin sosyolojisi, rejimin değil kendi kaidelerine göre biçimlenmektedir. Altemur Kılıç'ın anlattıkları, o günleri, birinci dereceden bir 'Cumhuriyet eliti'nin çocuğu olarak yaşadıklarını samimi bir dille aksettirmesi bakımından çok değerli iç bilgiler ihtiva ediyor. Bir mânâda bu eser, Cumhuriyet tarihinin kuru anlatımlarını renklendiren, (bestekâr tâbiriyle) havalandıran ve daha iyi anlaşılmasını sağlayan bir değer taşıyor.

Kitapta en çok dikkatimi çeken bölüm, 27 Mayıs darbesinin hikâye edildiği kısım, "Sonun başlangıcı" adıyla başlayan sayfalar oldu; bu bölümü okurken şahsi bilgi eksikliğinden doğan bir şaşkınlığa da işaret etmeliyim. Kitabı görmeden önce Altemur Kılıç'ın milliyetçi çizgide ama ailevi aidiyetleri itibariyle daima CHP çizgisinde yer alan bir duruşa sahip olduğunu zannediyor, 1959 yılında ABD'de basın ataşesi olarak görev yaptığı esnada DP iktidarının Basın Yayın ve Turizm Umum Müdürlüğü görevine getirildiği bilmiyordum. Altemur Kılıç'ın, 27 Mayıs ertesinde kurulan Yassıada Mahkemelerinde yargılanması süreci kısaca böyle başlıyor. Bugüne kadar genellikle DP'lilerin kaleminden okumaya alışkın olduğumuz ihtilal terörünü, nisbeten tarafsız sayılabilecek bir gözlemcinin şehadeti vasıtasıyla öğrenmek, özellikle benim için çok öğretici oldu. Neticede "genç umum müdür" sekiz ay kadar tutuklu kaldıktan sonra yargılanıp aklanacaktır fakat onu artık aylarca sürecek bir işsizlik dönemi beklemektedir; "Bu sürede Ankara'da, darbeden sonraki inanılmaz ihbar furyası sebebiyle hakkımdaki başka davalarda da yargılandım. Duruşmalar sonunda bu iddiaların(...) asılsız olduğu ortaya çıktı ama çektiğimiz üzüntüler yanımıza kâr kaldı. Bu ihbarları manşetlerinde, kocaman başlıklarla veren gazeteler, beraat ve aklanma haberlerine hiç yer vermediler. 'Günahlarımız sevaplarımıza denk mi geldi' bilmem ama çektiklerimiz yeter de artar..."

Darbeye giden son altı aylık süreçte özellikle ordu ve muhalefet kanadından haylice ihtilâl sinyali verildiği anlaşılıyor. Darbenin "dış destek" boyutu hakkında o dönemde Amerikalılarla iyi temasları bulunan Altemur Kılıç'ın hissettikleri fevkalade önemlidir: "Benim sezim o ki, Ankara'da ABD Büyükelçisi Fletcher Warren Menderes'i desteklerken, CIA ve bazı Amerikalı diplomatlar, mesela büyükelçilik müsteşarı Robert Barnes, ordudaki bazı kesimlerle, bu arada Talat Aydemir'le yakın temasta idiler ve merkeze darbe ihtimallerini iletiyorlardı. Eisenhower 1959 Aralık ayında Ankara'ya bir bakıma zemin yoklamaya gelmişti"

İhtilalden bir hafta önce Kore'de yedeksubay iken silah arkadaşlığı yaptığı bir subayın makamına geldiğini ve yarı şaka yarı ciddi, "Asteğmenim sana emrediyorum; hemen istifanı yaz" dediğini de belirten Altemur Kılıç, aynı yönde ikazların MİT Başkanı Celal Tevfik Karasapan tarafından Başvekil Menderes'e de aktarıldığını ama Başvekil'in, "Celal Bey, lütfen benimle ordum arasına bu asılsız ihbarları, dedikoduları sokmayın!" diye sinirle karşılık verdiğine de bizzat şahit olduğunu anlatıyor.

Darbeden bir kaç gün önce yaşanan bir olay fevkalade mânidardır. Nehru'nun Ankara'yı ziyareti esnasında güvenlik göreviyle yollara dizilen Harp Okulu öğrencilerinden ikisi, resmi otomobille Başvekalete gitmekte olan Başvekalet özel kalem müdürü ile Altemur Kılıç'ı durdurur ve kimlik sorarlar: "Söyledik ama buna rağmen gayet laubali bir tavırla bizimle adeta alay ettiler; 'Hep başkalarına hükmedersiniz, görün bakalım' dediler. Ben fena kızdım, adlarını ve künyelerini sordum, fütursuzca, alay edercesine verdiler. Başbakanlıktan Sıtkı Ulay Paşa'yı aradık ve gençleri şikayet ettik. Paşa soğuk bir sesle 'ilgilenirim' demekle iktifa etti."

26 Mayıs günü Menderes'le Eskişehir'de bulunan yazar, Menderes'in özel kalem müdürü Ercüment Yavuzalp'tan dinlediği bir hadiseyi de naklediyor; buna göre havaalanında kendisini karşılamak üzere bekleyen havacı subaylar, 'hoş geldiniz" demek yerine bir komutla aniden Başbakan'a sırtlarını dönerek el ve kollarıyla nahoş işaretler yapmışlar. Bu subay grubunun başındaki subayın sonradan Hava Kuvvetleri Komutanlığı yapan Muhsin Batur olduğu da verilen bilgiler arasında. Çok daha dikkat çekici bir not ise, Menderes'in Eskişehir'de tahkikat komisyonunun kapatılacağı ve erken seçimlerin yapılacağını duyuran konuşmasının hoparlör telleri kesilerek sabote edildiği ve gazetecilerin haber yapmalarının engellendiği hususudur.

"Sonra biz lojmanda akşamı beklerken" diyor Altemur Kılıç, "bir jet uçağı bulunduğumuz binaya devamlı pike yapıyordu."

Tutukluluk günlerinin hazin ayrıntıları buraya sığmayacak kadar uzun; Kore'deki Türk Tugayı'nın komutanı Tahsin Yazıcı ve dönemin genelkurmay başkanı Rüştü Erdelhun'un askeri öğrencilerin teşkil ettiği koridorda yürütülürken sıra dayağına çekilmeleri ve hakarete uğramaları ise aynı kelimelerle nakledilmeyecek kadar acı ve sarsıcı. Bunlar içinde sadece o günlerde pek çok DP taraftarının başına gelen sıradan bir uygulamanın, Milli mücadele kahramanı Kılıç Ali'nin torununa nasıl reva görüldüğünü dinleyelim: "Ankara'da ilkokulun son sınıfındaki kızım Ayşegül'ü 'öğretmeni' sınıfın önüne çıkarmış, 'bakın düşük kızına' diye teşhir etmiş. kızım bunun travmasından yıllarca kurtulamadı."

Altemur Kılıç, hatıralarında DP iktidarını savunmuyor; tam aksine darbeye giden süreçte DP'nin neredeyse göre göre yaptığı hataları da eleştiriyor ama bu faslın sonunda "darbe" hakkında verdiği hüküm, bana göre fevkalade önemli ve değerli bir tesbitler silsilesidir. Noktayı o tesbitle koyuyoruz:

"Bu hareket ne 'devrim' (inkılâp) idi, ne de o zaman iddia edildiği gibi bir 'Ak devrim' idi. Tam anlamıyla bir cunta 'darbesi' ve uygulamasıyla bir 'Kara devrim'di, Türkiye'nin üzerine çöken bir karabasandı! Bazı yararları olduysa da -mesela daha vahim hadiselere engel oldu ise bile- ülkeye ve topluma yaptığı zararlar daha ağır bastı, ülkedeki bütün dengeleri, TSK'daki emir-komuta zincirini alt üst etti. 70'lerde kaynatılan cadı kazanına ve o 'kazan'dan çıkan terör olaylarına yol açtı."