Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Milli Mücadele esnasında Anadolu'da çıkan iç isyanlar meselesini, resmi görüş doğrultusunda bütün hakikatiyle ve insani yönleriyle kavramak problemli bir dâvâdır. Resmi görüş, bu isyanları kısaca Halifecilerin, Şeriatçıların ve gericilerin çıkardığını ileri sürüyor; itinasızlık buradadır işte; bilerek veya bilmeyerek halktan bir kısmını düşman safına yerleştirmek, halkın mühimce bir kısmını hâlâ düşman gibi görmek ve göstermek isteyenlerden başka kimsenin tezini güçlendirmez; oysaki arada ayrıntılar vardır ve o ayrıntılar bilinmeden gerçeğe yaklaşmış olmayız.

İnkılap tarihi dersleri sadece ilk ve orta öğretimde değil, 25 senedir üniversitelerin de müfredatında yer alıyor; Cumhuriyet'in kuruluşunu evveliyatı ve sonrası ile inceleyen bu dersin okutulmasında elbette büyük isabet vardır. Ne var ki bu dersler genellikle resmi görüşün tek kaynağa dayalı propagandası çerçevesinde kalıyor. Orta dereceli okullarla fakültelerde okutulan İnkılap tarihi dersi ise nitelik ve nicelik itibariyle birbirinden farklı değildir; oysaki en azından liselerde ve özellikle üniversitede bu dersin, yakın tarihimize çok daha kapsamlı ve ayrıntılar üzerinde uzun boylu durmayı ve düşünmeyi gerektiren bir dolgunlukla ele alınması gerekirdi.

Milli Mücadele'nin teşkilatlanması safhasında görülen iç isyanlar da bu basmakalıp anlatımın dışına çıkamıyor. Rahmetli Tarık Buğra'nın Küçük Ağa romanında, o günlerde Anadolu ahalisine hâkim olan zihni karışıklık ve çelişki pek güzel tasvir edilmiştir fakat edebiyatımızda, o devrin sosyal psikolojisine bu kadar içerden ve ayrıntılı bakmayı başarabilen edebi eser sayısı ne yazık ki çok azdır. Hâl böyle olunca kitaplardaki "Milli Mücadele'ye karşı çıkan ve destekleyen cemiyetler" klişesi tekrar edilmek suretiyle o muazzam karmaşıklığın zihinde canlandırılması gibi son derece faydalı bir gaye, neticede basit bir klişeye dönüşüyor. Sinema tekniğinde bu duruma çok uygun bir anlatım biçimi vardır: Son derece ağır dramatik bir hadiseyi anlatan görüntüleri hızlı oynatırsanız komedi gibi görünür çünkü hızlı olmak, ayrıntılardan fedâkarlık etmeyi gerektirir. Bir hadiseyi genel çizgileri ile tanımak asla yeterli değildir; hatta ayrıntılarla desteklenmemiş genel bilgi yanıltıcı olabileceği gibi dram-komedi örneğinde olduğu gibi insanda anlam zıtlığı bile uyandırabilir.

Henüz pek genç bir modern devlet olmamızdan ötürü, yakın tarihin ilk ve orta dereceli okullarda resmi görüş doğrultusuna, fazlaca detaya inmeksizin öğretilmesi kaçınılmaz olabilir ama aynı yüksek öğretimde ve yakın tarihin tartışıldığı diğer alanlarda aynı hoşgörüyü göstermek bilimin hayrına sayılmaz. Biz, çokça bilimsellik edebiyatı yaparken, yakın tarihi bilimin nesnesi gibi görmüyor ve onu vesikaları puslandırılmış, realiteden koparılmış bir efsane gibi takdim ederek kendimize kötülük ediyoruz.

Meselâ, Milli Mücadele esnasında Anadolu'da çıkan iç isyanlar meselesini, resmi görüş doğrultusunda bütün hakikatiyle ve insani yönleriyle kavramak problemli bir dâvâdır. Resmi görüş, bu isyanları kısaca Halifecilerin, Şeriatçıların ve gericilerin çıkardığını ileri sürüyor; itinasızlık buradadır işte; bilerek veya bilmeyerek halktan bir kısmını düşman safına yerleştirmek, halkın mühimce bir kısmını hâlâ düşman gibi görmek ve göstermek isteyenlerden başka kimsenin tezini güçlendirmez; oysaki arada ayrıntılar vardır ve o ayrıntılar bilinmeden gerçeğe yaklaşmış olmayız. Her şeyden önce tarihi hadiselerin "siyâsi" boyutunu ihmâl etmek gibi artık -ne yazık ki- pek dikkat çekmeyen bir mahzurdan bahsetmeliyiz: Milli Mücadelemiz, sürdürüldüğü esnada aynı zamanda bir iktidar mücadelesi niteliğini taşıyordu ve haberleşme imkanlarının pek kıt olduğunu bildiğimiz o günlerde meselenin bir de bağımsızlık boyutu olduğunu bilenlerin, daha doğrusu olup bitene doğru anlam verebilenlerin sayısı hiç de yüksek değildi; nitekim Milli Mücadele'yi büyük riskler üstlenerek sürdüren her mihnetine göğüs geren lider takımı içindeki pek çok Milli Mücadele kahramanının, 1925 senesine gelindiğinde niçin siyasi tasfiyeye uğradıklarını, mevcut resmi anlatımla algılamak mümkün olmuyor. Tasfiye edilenler, en az tasfiye edenler kadar vatanperver, Cumhuriyetçi ve milli davaya inanmış kişilerdi ama iktidar mücadelesinde yenik düştükleri için resmi tarihte pek de makbul olmayan kişi durumuna düştüler. Bu muğlaklığın başlıca sebeplerinden biri, Milli Mücadele'ye dair eserlerin ve hâtıra kitaplarının çoğunlukla savaş kazanıldıktan sonra kaleme alınması ve daha önemlisi kalem sahiplerinin iktidarla ters düşmemek için dikkatli ve ihtiyatkâr bir üslup seçmiş olmalarıdır.

İşte Dr. Ali Şakir Ergin tarafından yayınlanan, "Çapanoğulları Hadisesi ve Abdülkadir Beyin Hatıraları" isimli kitap, Anadolu'nun yaşadığı en büyük zihni bunalım yıllarını daha iyi kavramamızı sağlayan bir bakış açısı getirmesi bakımından Milli Mücadele tarihi literatürüne (edebiyatına) esaslı bir katkı yapıyor çünkü bu türden sivil karakter taşıyan hatırat sayısı pek azdır. Bu eser, Yozgat yöresinin meşhur Ayan ailelerinden Çapanoğulları'na damat sıfatıyla iltihak eden Abdülkadir Sönmez'in el yazısı ile kaleme alıp evlatlarına emanet ettiği hâtıra defteridir. Abdülkadir Bey orta dereceli bir bürokrat olarak yıllarca hizmet verdikten sonra 1918 senesinde görevinden istifa ederek memleketi Yozgat'a, Eymir Çayı kenarındaki arazisinde yerleşmeye karar vermiştir. Vaktiyle Çapanoğulları ailesinden Müzeyyen Hanım'la evlenmiş olması sebebiyle 1920'de başgösteren iç isyanlar dalgası onu da sürüklemiş, âdeta hısımlık hukukunu ihlâl etmemek için gösterdiği terbiye ve nezakete mağlup olarak kendini bir anda isyancı Çapanoğlu liderlerinin (Edib, Celâl, Salih ve Halid Beyler) bir anlamda erkânıharbi veya yakın silah arkadaşı durumunda buluvermişti. İsyanın ilk gününden itibaren şahit olduğu olayları samimi bir dille anlatırken satırlarında, isyanların mekanizmasını anlatan ve âşikâr eden değerli ayrıntılara yer veriyor. Akıcı bir üslupla kaleme alındığı için birkaç saatte kolayca okunabilen bu hatıralarda fark ediyoruz ki, "Karşı tarafı da dinle" şeklinde klasikleşen hukuk düsturu, bütün insani süreçler için kaçınılmaz bir gerekliliktir ve her hadisenin en az iki tane farklı anlatım biçimi vardır.

Hayır, Abdülkadir Bey, Çapanoğlu isyanının haklı ve meşru bir kalkışma olduğunu ileri sürmüyor; tam aksine çok yerinde tesbitler ve tenkidlerle, hareketin daha ilk günden nasıl başarısızlığa mahkum olduğunu ve doğru gerekçelere dayanmadığını izah ediyor ama onun ifadesiyle resmi tarih arasındaki fark, ayrıntılardır.

Kitap, ne yazık ki bizzat kitabı yayına hazırlayan Dr. Ali Şakir Ergin tarafından yayınlanmış bulunuyor: Konuya ilgili kişilerin ve araştırmacıların kitaba rahatça ulaşabilmeleri de zannederim hayli müşkül olacaktır. Keşke dağıtım problemlerini çoktan halletmiş bir yayınevi tarafından neşredilebilseydi.


Bilgi için: Ahmet Şevki Ergin Kültür ve Hizmet Vakfı, Taşköprü Mah. Şeyhzade Cad. Çamlık Apt. C/2 Yozgat. Tel: 0354 217 59 97- E-posta: [email protected]