Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Ancak ciddi bir pazarlama şirketinin gösterebileceği bir ihtimamla ve gün be gün servise sunulan bilgi ve belgelerle ratingi yüksek tutulan Susurluk hadisesi iki aydan beri Türkiye gündeminin baş köşesini işgal ediyor; vaziyet öyle vahim bir noktaya erişti ki adam yokluğunda yazarlık postuna kurulmuş biri sıfatıyla Susurluk'tan bahsetmedigim için manevi bir eza hissetmeye başladım. İtiraf etmeliyim ki Susurluk'la ilgili bugüne kadar yakın çevrem dışında kimseye açmadığım birtakım (belge denilmese de) bilgilere sahibim ve günün birinde kanarya veya emsali kuşlardan birisi aracılığıyla kamuoyuna mal edilmesi muhtemel bu bilgileri birinci ağızdan ifşa etmenin zamanı gelmiş bulunuyor. Anlatacağım şeylerin hadiselerin seyrini nasıl değiştireceğini bilmemekle beraber Susurluk hakkında bir şeyler bilip de açıklamayanlara bir örnek teşkil etmek ümidiyle konuşmaya karar verdim. Hadiseyi benimle birlikte yaşayan arkadaşlarımın siyasi geleceklerini etkilememesi için onlardan sadece kod ismiyle bahsetmemi anlayışla karşılayacağınızı ümit ediyorum.

Arabada beş kişiydik!

Bundan tam iki yıl üç buçuk ay önce 5 Eylül 1994 tarihinde, öğle saatlerinde biz de meşhur kamyon kazasının geçtiği civarda bulunuyorduk. Benimle birlikte kod isimleri (alfabetik sırayla) Mustafa, Nihat, Naci ve Vedat olan arkadaşlarla, o bölge civarında yarı resmi bir kuruluş tarafından düzenlenen operasyondaki görevlerimizi tamamladıktan sonra Bursa istikametine doğru seyir halindeydik. Arabanın bagajı operasyondan sonra hissemize düşen birtakım hediyelerle birlikte, şahsi esyalarımız ve valizlerimizle tıka basa doluydu (bu ayrıntı önemli; çünkü yol boyundaki sergilerde satışa sunulan devasa kış kabaklarını, kırmızı soğan ve sarmısak hevenklerini gözümüz kalmasına rağmen yer kıtlığı ve arabayı kokutma riski yüzünden alamamıştık). Arabanın içinde beş kişiydik ve dünkü operasyonun gerginliğini atabilmek için beşimiz birden yüksek sesle türkü söylüyorduk.

Her şey, benim yolun sağında zümrüt gibi uzanıp gitmekte olan Susurluk Çayı'nın güzelliğini fark etmem ve arkadaşlara, "Yahu şu güzelim ırmağa girip çocukluk günlerinde olduğu gibi çimsek (yıkansak) ne icap eder?" diye soru yöneltmemle başladı; "Ne münasebet.. üşürüz.. mayomuz yok.. bu ırmakta sanayi atığı olabilir.. zehirleniriz.. ayağımıza cam kırığı batar..." gibi menfi mütalaalara rağmen otuz saniye sonra kaptan şoförümüz Mustafa kod adlı arkadaş, arabayı ırmak kenarındaki tali yola sokmuştu bile. Bütün "altyapı" eksikliğine rağmen beş dakika sonra "alayımız birden" kendimizi Susurluk Çayı'nın can bahşeden sularında çocuklar gibi birbirimize su sıçratmakla meşgul buluverdik. Vedat kod adlı arkadaş yüzme bilmediği için suyun kenarında mevzilenmişti; ama ırmağın en derin mıntıkasının bir metreyi bile aşmadığını fark edınce aramıza katılmakta gecikmedi. Davanın seyrine anlamlı bir katkı yapmayacağı gerekçesiyle bu bir saat zarfında yaşı kırkı bulmuş ciddi insanların nasıl çocuklastığını tafsile hacet görmüyorum. Ezcümle Susurluk Çayı, binlerce yıllık tarihinde bir böyle cümbüşe daha şahit olmasa gerektir. Bilahere bagajdaki operasyon malzemesi arasındaki el havlularıyla bir güzel kurulanip yeniden kola kravat kostümlerimizi giyerek bu defa ciddi bir işe koyulduk:

Bir yarım saat da böylece ağaçların gölgeliğinde sigara tellendirip türkü söylemekle geçti! Her şey işte aşağı yukarı böyle veya buna benzer bir şekilde cereyan etti. Daha sonra o civarda bir benzin istasyonunda mola vererek gazete, benzin ve sigara satın aldığımızı ve çay içtiğimizi de hatırlıyorum. Aradan geçen takribi iki buçuk yıldan sonra bütün ayrıntıları hatırlamak elbette mümkün olmuyor. Lakin kod isimlerini verdiğim arkadaşlar hala hayattalar ve gerek görülürse tekrar bir araya gelerek kaydetmeyi unuttuğum ayrıntıları hatırlayabilirler.

İşte böylece Susurluk'la ilgili elimdeki bütün bilgi ve hatıraları kamuoyunun bilgisine sunmuş oluyorum. Belki ebediyyen aramızda kalması gereken bu sırları açıkladığım için kod isimleriyle zikrettiğim arkadaşlarımın beni hoş göreceklerini ümit ve temenni ediyorum. Bundan sonra elinde bilgi ve belge olduğunu ima edenler de benim gibi bütün bildiklerini açıklarsa artık kimse bulanık suda balık avlayamaz.

Ta ki bu da bizim bir nevi yakın tarihe katkımız olsun.