Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Radikal'de Oral Çalışlar, "Yüksek yargının çemberinde" başlıklı yazısında durumu özetliyor: "Bu yargıçlar yanlarına bir de Yargıtay Başsavcısı'nı aldıkları zaman sınırsız güce kavuşuyorlar ve Meclis'teki bütün partileri kapatabilecek konuma geliyorlar."

Anayasayı yapan Meclis'e ve halka hiç güvenmiyor; onun için yüksek yargı içinde oligarşik ve güçlü bir çekirdek tesis ediyor; bu çekirdeğin oligarşik yetkileri budanmaya kalkışınca nasıl direnişe geçildiğini ise örnekleriyle görmekteyiz. Düşünün ki, bu konuda konuşması gereken son isim, "tarihî yanılgımız" A.N. Sezer bile konuştu geçenlerde.

İlginç ayrıntı: Konuşurken yargı bağımsızlığından yakınıyor ama tarafsızlık kavramına pek değinmiyorlar; aslında gerçeği seslendiriyorlar. Anayasa yargının bağımsız olması için elinden geleni ardına koymamış ama tarafsızlık konusunda nedense o kadar hassas değil. Hukukun ve özellikle hukukçunun mutlak tarafsızlığı ürkütücü, mide kaldırıcı, dayanılmaz bir durum gibi görünmüş olmalı anayasa yapıcıya. Yargıyı siyasete karşı korunaklı ama denetlenemez bir güç haline getirmiş Anayasamız. Yargı faslında (madde 145 ve devamı) sistem şeması açık seçik yazıyor zaten; statükoya dokunmaya kalkışınca, orkestranın her sazı sırayla, teker teker veya topluca "tanin" ediyor: Nedir? 82 Anayasası'ndan bile geriye düşermişiz?

Ne kadar geri düşeriz meselâ: 1924 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'na ne buyurursun üstad?

Bu çok garip bir durum; yargıyı eleştiren şeyler kaleme alınca, yargıyı etkilemeye çalışmak, hatta yürümekte olan davaların seyrini değiştirmeye kalkışmak gibi müeyyidelere, elektrikli alanlara çarpıyorsunuz; en kötüsü ise şöyle bir imâ: "Yargıyı siyasallaştırıp sistemi tamamen ele geçirmek istiyorsunuz; sizi gidi gericiler sizi!" Bu gülünç ithamı ciddiye alanların sayısı hiç de az değil; CHP lideri böyle konuştuktan sonra, "Vardır bir bildiği" diye koroya katılmaya hazır çok insan var.

Geçenlerde ünlü sanıklardan birinin "Yeldeğirmenleriyle tek başıma savaşıyorum; Başbakanla, siyasetle savaşıyorum" dediği ileri sürüldü. Vallahi marifet değildir ve zannımca pek ucuz bir kabadayılık gösterisinde bulunuyor sanık subayımız: Sırtında kapı gibi ordu üniforması, ardında önce askerî yargı kalkanı, ondan sonra yüksek yargı himayesi (ki devrede olduğu açık-seçik görünüyor), sonra basın desteği, sonra CHP'nin siyasi desteği olduktan sonra herkes yeldeğirmenleriyle savaşır; en kötü ihtimalle kaybedeceğin, başarılı olmanın hazzından mahrumiyet ve bazı özlük haklarındır fakat asıl marifet, kaleminden başka teminatı, dayısı, hâmisi, siyasi desteği, yargıda tanıdıkları olmayan yazar takımının, yüksek yargıyı, hele hele şu günlerde garip davranışlar sergileyen bazı mahkeme kararlarını eleştirmeye kalkışmasıdır.

TCK. 5237 diyor ki "Bir olayla ilgili olarak başlatılan soruşturma veya kovuşturma kesin hükümle sonuçlanıncaya kadar savcı, hâkim, mahkeme, bilirkişi veya tanıkları etkilemek amacıyla alenen sözlü veya yazılı beyanda bulunan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." Kesin hüküm! İyi de, Türk yargı sisteminde kesin hükmün dava başladıktan sonra ne zaman tesis ettiğini davayı izleyen avukat bile bazen bilmez. Davalar hep sürer, hep ertelenir durur. Bu sistemde basın değil, yargı güçlü. Dilediklerini kolayca "yargı baskısı" altına alabilirler çünkü bu gibi suçlar, basın yoluya işlendiğinde cezası artıyor. Kendi sistemi tarafından korunan ve himaye gören bir hukuk adamının sırtını kimse yere getiremez ama bir gazeteci korunaksızdır. O zaman şu soruyu sormanın vaktidir: Öyleyse, yargıyı hangi güç hukuk çerçevesinde kalmaya ikna edecektir?

Sen değil; sana güvenmiyoruz artık üstad! Sen ihsâs-ı reyde bulundun ve denklemde artık yoksun!

Değişim; hemen şimdi: Ya şimdi ya hiç bir zaman!