Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

27 Mayıs Darbesi, sadece Demokrat Parti'nin iktidardan ve devletten uzaklaştırılması, DP yanlılarının sindirilmesinden ibaret değildi; Ordu'nun iktidarla, daha doğrusu Devlet'le nisbetini yeniden belirleyen bir restorasyon hareketiydi. O yüzden 27 Mayıs 1960 tarihi, Türkiye'de asker-siyaset münasebetleri tarihinin milâdı sayılır.

27 Mayıs'ın hayırlı bir inkılâp, hatta bir devrim olduğunu savunanlar -böyleleri hâlâ mevcut-, o günlerde siyasi durumun çekilmez hale geldiğini, DP'nin bir daha ıslah olmayacak derecede yozlaştığını, diktatörlüğe kaydığını, toplumda iç huzurun kaybolduğunu ve ülkenin neredeyse iç savaşa doğru gittiğini ileri sürerek darbenin hayırhah bir sonuç getirdiğini söylüyorlar; bu iddiaların gerçeği aksettirmekten ziyade CHP'nin kontrolündeki basın kuruluşları tarafından abartıldığını artık biliyoruz. Darbe olmayabilirdi ve Türkiye 1961 yılında 4. hür seçimini gerçekleştirir, ülkeyi kimin yöneteceği bir kere daha demokratik usulle belirlenirdi. O devrin gözlemcileri DP'nin yapılamayan 1961 seçimlerini kaybedeceğini veya seçimden çok sandalye kaybederek yaralı çıkacağını ileri sürerler. Bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz ama darbe yapılmasa idi Türkiye'nin yönetiminde Ordu'nun 1924 Anayasası ile belirlenen yerinde bulunacağını ve yönetimin gitgide daha çok sivil karakter kazanacak derecede demokratik teamüller oluşacağını tahmin edebiliriz.

Kötü yöneticiler, demokrasiyle yönetilen ülkelerde seçimle giderler. İyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırmak için silahlı güçlerin devreye girmesi ise başka bir şeydir ve biz halen "başka bir şey" üzre yönetilmekteyiz, yani Silahlı Kuvvetler Türkiye'de sadece resmî savunma gücünü teşkil etmekle kalmıyor, aynı zamanda yönetimi paylaşan ve etkileyen bir otorite olarak, 'devlet'in en önemli rüknünü teşkil ediyor. Nitekim 27 Mayıs'ı takib eden askerî muhtıra ve darbelerin iç hukuk nezdinde hâlâ meşruiyetini muhafaza etmesi, bu hükmün en belli başlı isbatıdır.

Askerî vesayet fiilen böyle gerçekleşiyor işte.

28 ŞUBAT'TA NE DEÄžİŞMİŞTİ?

28 Şubat darbesi'nin, görünüşte anayasal manivelalar kullanılarak gerçekleşmiş olması, tahlilimizi yanlışlamıyor, aksine doğruluyor. Basınımızın postmodern darbe olarak adlandırdığı bu harekât, tıpkı 27 Mayıs'ı andırır şekilde genel idare içinde Ordu'nun yerini yeniden belirleme operasyonu idi. 28 Şubat kararlarının genellikle "irticâi" faaliyet ve kurumlara yönelmiş gibi görünmesi yanıltıcıdır. O günlerde basını hayli meşgul etmesine rağmen artık unutulmaya başlayan birkaç küçük ayrıntıyı hatırlamanın zamanıdır: 28 Şubat döneminde Ordu'nun ve Emniyet'in istihbarat fonksiyonları karşı karşıya geldiler ve bu -artık pek gizliliği kalmayan- çatışmada Ordu, Emniyet Genel Müdürlüğü istihbaratına galebe ederek etkisizleştirdi (paralize etti). Bununla da yetinilmeyerek Emniyet Genel Müdürlüğü içinde teşkilatlanan antiterör timleri de peyderpey lağvedilerek, Emniyetin devlet içindeki yeri yeniden belirlendi ve elbette eskisine nisbetle bu yer daraltıldı. Antiterör timlerinin elindeki ağır ve uzun namlulu silahlar, orduya devredildi. Her iki kuruma ait istihbarat örgütlerinin çalışma alanları yeniden belirlendi ve Emniyet, bu güç paylaşımında dikte edileni kabul eden taraf oldu.

Devletin bu iki resmî ve meşru güvenlik gücünden herhangi birine taraftar olmak kimsenin aklından geçmez; mesele taraftarlıkta değil, güç paylaşımında temel belge niteliğindeki anayasanın hakemliğine tabi olup olmamakta yatıyor.

28 Şubat döneminin zihnimde bıraktığı en derin izlerden birini ise şu meşhur 'brifing'ler teşkil eder. Hukuk ve bilim bürokrasisinin önde gelen yöneticilerini, birtakım sosyal meseleler hakkında subaylardan brifing alırken resimleyen kareler Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en ilginç fotoğraflarından biridir ve bizim "bilim ve hukuk" kavramlarından ne anladığımızı gösterir.

28 Şubat Kararları'ndan bu yana on yıl geçti; bu on yıl, 28 Şubat 1997'de yeniden belirlenen güç haritasının işlerliğini kontrol etmek için yeterli bir süredir. Bu süre zarfında Ordu, 28 Şubat'ta bir kere daha tahkim etmek ihtiyacını hissettiği geleneksel vesâyet haklarını kullanmakta hiç de alçakgönüllü davranmış sayılmaz. 2002'de yapılan son seçimden beri Türkiye'de siyasi devamlılığı ve istikrarı sürdüren bir hükümetin varlığı, TSK üst komutanlarının alışıldık beyan ve çıkışlarında nisbi bir azalmaya yol açmasına rağmen Ordu, sistem içindeki yerini korumaktadır. TSK'yı endişelendiren asıl saik, günün birinde Türkiye'nin AB'ye tam üye kabul edilmesi ihtimalidir. Gelişmeler böyle bir ihtimâlin pek küçük olduğunu, Türkiye'nin eninde sonunda 'AB ülküsü'nden vazgeçeceğini veya vazgeçmek zorunda kalacağını imâ etse de, AB üyeliğinin Devlet-Ordu ilişkilerinin tanziminde Avrupalı kriterler getirmesi, Türkiye'de askerî darbe ve müdaheleler serisinin sonu anlamında okunacaktır. Ne var ki Türkiye, AB istikametine yaklaşmak yerine ondan uzaklaşıyor; şimdilerde ise Türkiye'nin iç dengelerinden ziyade dünya sistemi içindeki yeri yeniden belirlenmektedir. Yani Türkiye'nin Batı standartlarında bir demokratik hayata geçmek için önünde hâlâ uzun bir yol var.

AKLINIZDA BULUNSUN: YASSIADA'NIN KARAKUTUSU; DEVAMINI BEKLERİZ!

Gazeteci arkadaşımız Erdal Şen, Zaman Kitap serisinden çok önemli bir çalışmaya imza attı; "Belgelerin Dilinden Yassıada'nın Karakutusu". Bu çalışmanın belkemiğini teşkil eden orijinal belgelerden önemli bir kısmı Zaman gazetesinde daha önce birinci sayfa haberlerine ve yorumlara konu teşkil etmişti.

Erdal Şen'in bu eseri, yakın tarihimizle ilgili çok önemli belgeleri günışığına çıkarması bakımından ihmâl edilmemesi, mutlaka bulundurulması gereken bir kitaptır. Gönlüm isterdi ki, Erdal Şen, "gizliliği kaldırılmış" nitelikteki belgeleri önem sırasına göre yayınlamanın yanında, orijinal belge fotokopilerinin daha rahat okunabildiği, daha kapsamlı bir yayın faaliyetinde bulunsun. Gazetecilik refleksi, tabiatıyla ehemmi mühimmeden ayırmak esası üzerine kuruludur. Halbuki yakın tarihçiliğimizin ihtiyaç duyduğu materyal, önem sırasına bakılmaksızın en hurda gibi teferruat belgelerinin dahi tamamiyle yayınlanarak gün ışığına çıkmasıdır.

İnşallah Erdal Şen bu ümit ve temennimizi gerçekleştirmek imkânı bulur ve Zaman Kitap yayınları da bu projeyi destekler.

TÜRKİYE'DE POLİTİK DEÄžİŞİM VE MODERNLEŞME

Değerli akademisyenlerimizden Ersin Kalaycıoğlu ve Ali Yaşar Sarıbay, başlıktaki ismi taşıyan müşterek çalışmalarıyla siyaset bilimi ile ilgilenenlere ve daha önemlisi siyaset bilimi öğrencilerine birbirinden değerli araştırma ve makaleler sunmuş bulunuyorlar (Alfa Aktüel yayınları, İstanbul, 2007, 564 s.) Her iki yazara ilaveten Şerif Mardin, Niyazi Berkes, Nilüfer Göle, Metin Heper, Şükrü Hanioğlu, Mehmet Ali Kılıçbay, İlber Ortaylı, Süleyman Seyfi Öğün, Mümtaz'er Türköne gibi tanınmış siyaset bilimcilerinin çalışmalarını bir araya getiren eserin genişletilmiş baskısını dikkate değer bulacağınızdan eminim.