Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Musul civarlarında balistik füze fırlatıldığına ilişkin (hangi kaynaklı?) haberlerin Ankara'da duyulması üzerine İstanbul Borsası'nda hisse senetlerinin üç puan değer kaybına uğraması ve aynı anda İncirlik Üssü'nde olağan dışı bir hareketlenmenin görülmesi "Atatürk Türkiyesi"nde artık şaşırmadığımız gündelik haberlerden oldu; ama aynı şeyler Atatürk'ün sağlığında cereyan edebilir miydi diye, aklıma geliverdi.

Atatürk devrinin en sağlıklı ve istikrarlı siyasi kriterlerinden başlıcası, hiç tartışmasız Atatürk'ün büyük bir titizlik ve ilgi ile yakından takip ettiği harici siyaset olmuştur; bu siyaset, "milli hakimiyet" prensibine, milletler arası platformda Türkiye'nin eşit, güçlü ve onurlu bir aktör olarak algılanmasına dayanıyordu. Dış siyasette Atatürkçülük çizgisi budur. Atatürk devrinde Türkiye, güçlü bir bölge aktörüdür; bütün komşularıyla istikameti ve muhtevası "Ankara"da belirlenen iyi ilişkiler içindedir; başkalarının iç işlerine karışmama ve başka güçlerin bizim iç işlerimize karıştırılmaması konusunda son derece hassastır. Kısaca Atatürk devrinde Türkiye'nin kendi kuvveleri ile yönettiği, şahsiyetli bir dış siyaseti vardır.

Sual şu: "Bugünkü dış siyasetimiz Atatürkçü çizgiyi takip etmekte midir?"

Bu suale benim cevap vermemin anlamı yok; bu soruya cevap vermesi gerekenleri etkileme ihtimalimiz de bulunmuyor; öyleyse bu sual, "cevabı önem taşımayan" ama "sual edilmesi" gereken bir önem taşıyor. Dış siyasette Atatürkçü çizginin izlenip izlenmediği veya hangi ölçüde bu çizgiye riayet edildiği, biz yönetilenlerin "aklında bulunması" gereken bir problemdir. Bu sualin muhtemel cevabı, Atatürkçülüğün niçin sadece iç siyaseti ilgilendiren ve sadece belirli alanlarda yoğunlaşan bir uygulamaya konu olduğunu da aydınlatacaktır.

Atatürkçülük kavramı o kadar çok tüketildi ve kapsamı o kadar muğlaklaştırıldı ki, bu kavram telaffuz edildiğinde ben hemen "sağ olsaydı" testine müracaat ediyorum; "Atatürk sağ olsaydı nasıl davranırdı?" Zannımca Atatürkçülüğün bundan daha sağlam bir uygulama kriteri olamaz.

İncirlik'ten ne zaman Amerikan uçakları havalansa ve bomba yüklerini bir komşu ülkenin topraklarına boşaltmış olarak "salimen" üslerine dönmüş olsalar ben hemen "sağ olsaydı" testine müracaat ediyorum: "Atatürk sağ olsaydı, İncirlik'te bir Amerikan üssünün varlığına ve bu üssün bizim haber ve rızamız olmadan bir komşu ülkenin aleyhine kullanılmasına izin verir miydi?" diye düşünüyor ve cevabını kendime saklıyorum. "Atatürkçülüğün bu derece revaçta olduğu bir siyasi zeminde cevabını niçin kendine saklıyorsun?" diye sual etmeyeceğinizi biliyorum; siz biliyorsunuz; ama asıl bilmesi gerekenler bilmezden gelmeyi daha münasip buluyorlar.

Kendime soru sormaya devam ediyorum: "Atatürk sağ olsaydı, Türkiye'yi on beş seneden beri uğraştıran bir azılı kaatil, kapı numarasına kadar adresi bilinen bir komşu ülkede barınabilir miydi? On beş sene sonra bu ince nükte hatırlandığında mezkur kişinin İtalya gibi müttefik bir ülkeden esrarengiz bir uçağa binip sırra kadem basması mümkün olabilir miydi? Bu kayboluştan itibaren günler geçtiği halde nerede olduğuna dair hiçbir haber alamayan görevliler Atatürk'e nasıl hesap verirlerdi?"

"Atatürk sağ olsaydı, kurduğu partinin, çok partili çoğulcu ortamda İş Bankası hisselerinin üzerine yaslanarak haksız rekabet avantajlarından istifade etmesini en azından 'şık' bulur muydu?"

"Ooo hocam, aradan yıllar geçti, zaman değişti" mazeretine sığınamazsınız; "Atatürk sağ olsaydı, onun adına konuşanların hali nice olurdu?" Diğer suallerden vazgeçtim, hiç değilse bu sualin muhtemel cevabını kendi nefsinize dürüstçe vermeye çalışınız.

Siz alemi kör, herkesi sersem mi zannediyorsunuz?