Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

-Perdeleri iyi kapatalım arkadaşlar, ayrıca şu yemek artıklarını da kaldıralım masadan; o ketçap şişesini de; ortam nezih olmalı, müziği de kapatalım lütfen?

-Hadi ama Nur abla, abartmıyor musun biraz? Bu müsbet bilim dünyasında ruh-muh gibi şeyleri ciddiye almak ne kadar bilimsel bir şeydir ki?

-Böyle düşünüyorsan celseye katılmamakta özgürsün Özgür; seni bağlayan yok, sen rica etmiştin unuttun mu? Başka inançsız varsa şimdiden söylesin hemen... Siz ruhları tanımıyorsunuz, seanslara katılmakta çok müşkülpesent davranırlar, meselâ Özgür gibi arkadaşlara da sonu acıklı biten şakalar yapmayı pek severler.

-Ne gibi Nur abla; oh, korkutuyorsun beni?

-Bir defasında senin gibi bir dalgacı vardı; seansta öyle şeyler yaşadı ki altı ay konuşamadı, hatta yemeğini bile çorba şeklinde boruyla ön dişlerinden birini kırıp ağzına akıtmak zorunda kaldılar... Onun için ya edebini takın, ya da çık biraz gez istersen...

-Özür dilerim, kalmak istiyorum, lütfeeen!

-Peki, boş sandalye kalmasın, o fazla sandalyeyi öteki odaya götürelim; herkes cep telefonunu kapatsın. Ha, bu arada içimizde abdestsiz olan var mı arkadaşlar, bu önemli!

-Ne demek abdestsiz, hangi abdest? Bu iş çığırından çıkmaya başladı artık Nur. Camide mevlit mi dinleyeceğiz ayol, alt tarafı ruh çağırma seansı değil mi?

-Abdestsiz isen sen de çıkabilirsin şekerim; ama çıkarken iskemleni de götür. Tamam mı arkadaşlar? Şimdi çağırmak istediğimiz ruh için önce üç Kulhü bir Fatiha okuyacağız içimizden. Lütfen sessiz olalım.

-Şey, kulhü tamam da Fatiha’da şaşırabilirim. Sen açıktan okusan biz de amin desek olmaz mı?

-İnanmıyorum arkadaşlar yaa... Mozart’ın Requiem’ini ezbere bilen birinin kısacık Fatiha’yı bilmemesi acıklı bir olay. Neyse, başlıyorum...

-Bi dakka bir dakka; kimin ruhunu çağırıyoruz şimdi; önce tanıdık birini çağıralım ki gerçekten ruh geliyor mu, yoksa biri bizi mi işletiyor bilelim; değil mi arkadaşlar?

-Babannemi çağıralım; elmas yüzüğünü o öldüğünden beri bulamıyoruz, yerini sorarız, bulursak bu ruh çağırma şeysine inanırım; ne dersiniz?

-Arkadaşlar, arkadaşlar... Böyle küçük enti-püften çıkarcı duygularımızı katmayalım işin içine. Bu... nasıl desem, ulvî... olmadı gönendirici, pisişik bir meta-olay. Ruhun işi yok da senin yüzüğünle mi uğraşacak Ayfer, aşkolsun?

-Katılıyorum; öyle maddesel bir olay olmasın ama ikna olabilmemiz için çağırdığımız ruhu minik bir testten geçirmekten yanayım ben. Mesela bugün bir saat sonra Adana’da İngiliz safkanları koşacak. Versin bize altılının tüyosunu, inanalım. Nasıl?

-İğrençsin Beark! İnanmıyorum yaa...

-Tartışmayı keselim lütfen; bence ükemizin içinde bulunduğu olumsuz koşulları aydınlatacak, bize her hususta yol gösterecek, öğütler verecek tarihsel bir kişiliği çağırmalıyız.

-Buldum!

-Kimdir?

-Recep Peker’i çağıralım, şu katıldığı son CHP kurultayında olup bitenleri soralım; böyle değerli bir insanı nasıl refüze ettiler, hâlâ aklım almamıştır...

-İyi ama o zaman CHP’nin parti içi meselelerine hariçten bulaşmış olmaz mıyız? Zaten parti çorba gibi. Ya bilmememiz gereken bir şeyi açıklarsa Recep Bey, o zaman ne olur düşünebiliyor musunuz? Başka teklif?

-Şeyi çağırsak ne dersiniz bilemiyorum: İsmet Paşa’yı...

-Senin ömrün de İsmet Paşacılıkla geçecek Dilaverciğim. Merhumun ruhu da hayatı gibi ayan-âşikâre ortada değil mi? Ne bilmek istiyorsun sahi İsmet Paşa hakkında?

-Hani şey vardır ya; 1937’de Atatürk bunu Başvekillikten azlediyor, sonra bir daha hiç görüşemiyorlar filan?

-Hmm, ilginç olabilir...

-Bir dakika arkadaşlar, niçin Atatürk’ün ruhunu çağırmıyoruz ki; olayı ikinci derecedeki aktörden dinlemek yerine Atatürk’ten öğrensek bence daha iyi olur. Ne dersin Nur, gelir mi?

-Vallahi gelmesine gelir ama ben size güvenemiyorum; olmadık bir şey söyler veya yapar, Ata’yı öfkelendirirseniz diye endişeliyim.

-Tamam söz, ağzımızı bile açmayız, lütfen, lütfen...

-Peki o halde, şimdi herkes sussun ve Fatiha okuyalım.

-Sonra ne yapacağız?

-Patladın Beark; senin yapacağın sadece susmak; susacaksın anlaşıldı mı? Ben söylemedikçe hiçbiriniz ağzını bile açmayacak. Şimdi sağ elimizin şehadet parmaklarını ortadaki fincana değdiriyoruz. Ruh gelince elektiriği hissedeceksiniz; sakın korkmayın, paniğe kapılmayın, gözlerinizi açmayın ve bana güvenin. Evet başlıyoruz...

-...

-N’ooldu, n’ooldu?

-...

-Geldi mi, ne diyor?

-Şşşt, hmmm...

-Bana da söyleyin yav, geldi mi gelmedi mi?

-Susssss

-Geldi, geldi, hissediyorum, fincan hareket ediyor...

-Şşşt...

-Sorsana, Latife Hanım ne zulümler yapmış ki Atatürk onu boşamak zorunda kalmış; bir de o açıdan şeyetsek konuyu?..

-Şşş...

-Evet, ışıkları yakabilirsiniz, celse bitti, üff çok yoruldum...

-N’oldu Nur abla, geldi değil mi?

-Geldi gelmesine ama çok sinirliydi, şöyle bir göz atıp hemen döndü.

-Niye ki, bir terslik mi oldu?

-Dedi ki, "vay keratalar, ben size müsbet ilimi miras bıraktım sizin uğraştığınız nânelere bak" dedi, kızmıştı galiba...

-Adam haklı birader!

-Ben demiştim, dinlemediniz..

-Kapatın çenenizi ve def olun; sizinle ruh çağıranda kabahat zaten, def olun diyorum def oluuun!