Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Bir keresinde Şam sokaklarında gezerken Muaviye şöyle demişti: "Ya İbnü Mesa'de, Allah Ebubekir'e rahmet etsin.

O dünya nimetlerini aramadı; dünya da onu aramadı. Dünya Ömer'i aradı ama o dünyayı aramadı. Ve Osman dünyayı istedi ve dünya da ona erişti. Amma biz dünyaya yarı belimize kadar gömüldük dedi ve pişmanlık ile ekledi: "Vallahi bu şüphesiz mülk'tür ve Allah onu bizim elimize verdi."

Bir gün huzuruna bir adam gelip ona pek ağır ve galîz muamele edip de Muaviye sükût eylediğinde etrafındakiler, "Buna da mı sabır ve tahammül edeceksin?" deyince, "Biz mülk ve saltanatımıza taarruz ve müdahale etmeyenlerin sözüne ilişmeyiz." demişti. "En ziyade kimi seversin?" sorusuna ise, "Beni nâsa (ahaliye) en ziyade sevdireni severim." cevabını verdi.

İlk defa haremde "haremağası" istihdam etmek Muaviye'nin icadı; etrafında koruma görevlileri ile gezen ve bunu âdet edinen ilk emir de oydu. Mescidde kendisi için "maksûre", (kafeslerle cemaat nizamından ayrılmış özel bölme) âdeti de ona ait. Hazreti Ömer'in Muaviye hakkında, "İşte Arab'ın kisrâsı" dediği rivayet olunmaktadır. Cevdet Paşa ise Hazreti Ali'nin, "Muaviye'nin emâretini pek o kadar da kerih görmeyiniz. Zira onu gayb ederseniz başların arkadan zuhur ettiğini görürsünüz." dediğini naklediyor.

Ölümüne yakın bir zamanda minbere çıkarak hutbeden sonra şöyle demişti: "Ey nâs! Üzerinizdeki müddet"i emâretim uzadı. Sizi usandırdım, ben de sizden usandım. Ben sizden iftirakı (ayrılmayı) arzu eder oldum, siz de benim iftirakımı arzu eder oldunuz. Lakin benden sonra size benden hayırlısı gelmez. Nitekim evvel gelenler benden hayırlı idiler." Üzerine ölüm hali geldiğinde, "Zîtuva nam mahalde sakin bir Kureyşi olup da emâret ile meşgul olmayaydım." diye teessüf etmişti.

Muaviye, modern mânâsıyla "saltanat"ı ve onun işaretlerini kurumlaştıran ilk İslâm emiri idi. Hakem meselesindeki kaypak ve "siyâsi" tutumundan ötürü Şii ve Sünni dünyasında sevilmez ve makbul tutulmaz. Sağlığında kendisine veliaht tayin ettiği oğlu Yezid'in Kerbelâ'daki meş'um rolü ise neredeyse bütün Ümeyye oğullarınının nâmını karartacak kadar kötü.

İslâm tarihçilerinin birkaç satırla geçtiği, nedense üzerinde pek durmadıkları bir ayrıntı: Yezid'in oğlu, Muaviye'nin torunu Yezid İbni Muaviye, babasının dört sene süren kısa saltanatını müteakip 21 yaşında emârete geçti. Cevdet Paşa onu, "İnsaflı ve dindar bir delikanlı olup ahval"i âlemi ibretten geçirdi. İşin ne mertebe ağır olduğunu gördü." diye tarif ediyor. Emirliğinin daha ilk günlerinde ahaliyi câmiye çağırdı. Minbere çıktı ve şu hutbeyi okudu:

"Ey nâs, ben sizin umûrunuzu rü'yetten (işlerinizi çekip çevirmekten) âcizim. Sizin için Ömer gibi bir adam aradım, bulamadım. Meşveret için ehl"i şûra gibi altı kişi aradım, bulamadım. Siz hilâfete beğendiğinizi ihtiyar ve intihâb ediniz (seçiniz)."

Minberden indi, gidip evine kapandı ve artık ortalığa çıkmadı. Benî Ümeyye şaşıp kaldı. Arası çok geçmeyip o da fevt oldu. Emaret müddeti üç ay veya bir rivayete göre kırk gündür.

Babalar ve oğulları!.. Okumasını bilene üç ayrı mektup. Dedeyle torun arasındaki müthiş tezada dikkat ediniz. Avcunun içindeki iktidarı gayet tok (müstağni) ve dervişâne bir edâ ile silkeleyip atan evlâdın babası, aynı iktidarı muhafaza için Kerbelâ çölünde Efendimiz'in göz nuru Hazreti Hüseyin ve ailesini katletmekten çekinmemişti!

Dünya tarihinde böyle tezat az rastlanır bir şeydir.

Alev Alatlı'nın son romanında (Aydınlanma değil merhamet!) 18. yüzyılda yaşamış bir Ukraynalı mistiğin, Gregori Skovoroda'nın mezar taşına yazılmasını vasiyet ettiği cümleyi okuyunca Muaviye ailesinin derin trajedisini hatırladım. Şöyle demiş Skovoroda:

"Dünya peşimden koştu ama beni avlayamadı!"

Avlananlar öğünsün!