Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Celal Talabani'nin, "Türkiye'ye değil bir Kürt'ü, bir Kürt kedisini bile vermeyiz" sözünün altı çizilmeli. Bölge Kürtlerinin siyasî tarihinde bu cümle kesin ve dramatik bir virajı işaretliyor; bu sözün bölgenin muhtelif ülkelerinde yaşayan Kürtler arasında büyük bir siyasî dopinge ve maneviyat üstünlüğüne sebep olması muhakkaktır.

On sene önce Türk pasaportu ile yurtdışına çıkabilen ve peşmergeleri aracılığı ile Türk ordusuna her türlü destek vaadinde bulunan Talabani'nin, bugün bütün Kürtlerin lideri imiş gibi psikolojik inisiyatif kazanmasını çok dikkate değer buluyorum.

Bu beyanı, hemen hemen aynı günde okuduğum Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bir Kürt'ün söyledikleriyle yan yana koyuyorum; diyor ki, "Kürt kimliğini inkâr edersen Türkiye'de işadamı, sanatçı, bürokrat, hâkim, vekil, bakan, başbakan hatta cumhurbaşkanı bile olabilirsin ama ben kimliğimi, bütün bunların üstüne koyuyorum; kimliğimin resmen tanınmadığı bir ülkeyi benimsemekte zorlanıyorum."

Görünüşe bakınca bölge Kürtlerinin bugünlerde, ABD' nin zorla değiştirdiği siyasî konjonktür sebebiyle iyimser olmak için çok kuvvetli sebeplere sahip oldukları görülüyor. Stefan Zweig'in ünlü eserinin ismini çağrıştıran bir hoşnutluk ve haklılık duygusu: "Talih yıldızının parıldadığı an"ı paylaşmak kimin hoşuna gitmez?

Kuzey Irak'taki Kürt devleti yapılanmasının Türkiye'yi zor zamanında alnından kaşıyan sözlerle karşısına alma sebeplerini sakin bir zihinle değerlendirelim; ABD'yi aktif dost, AB'yi pasif müttefik, Türkiye'yi ise tarih boyunca çekilen bütün acıların müsebbibi bilen bu vizyonun bölge Kürtleri açısından varabileceği bir hayırhah kapı görünmüyor. Kürtler, uzak ata kabul ettikleri Medler'den bu yana bölgenin otantik kavimlerinden birisi olduklarını savunurken, bu kabulün "tarihî şuur" zaviyesinden Kürtlere zengin bir değerlendirme malzemesi teşkil ettiğini zımnen kabullenmiş olsalar gerektir. İşte böyle bir tarih şuuru ile Kürtler, o bir türlü beğenmedikleri ve bazı noktalarda haklı olarak eleştirdikleri Türkiye Cumhuriyeti'nin hâline bakınca, kendi geleceklerini okuyabilmek fetânet ve ferasetine erişmiş olmalılar: Bin senelik devlet geleneğiyle bölgede varlığını sürdüren Türkiye, I. Dünya Harbi galiplerinin koyduğu uluslararası statüye rağmen kuruldu. Lozan'da uluslararası meşruiyet kazandı; Türkiye'ye Lozan'da bahşedilen konjonktürel rol, tarihin ve dünyanın kıyısında, yüksek savunma harcamalarıyla kalkınma enerjisini soğuran, verimsiz ve dışa bağımlı bir ülke olmaktı. Türkiye, ne zaman bu rolü reddetmeye kalkışsa başına olmadık belâlar açıldı. İşte sırasıyla küçücük bir liste: Rus tehdidi, sağ-sol çatışması, Alevi-Sünni gerilimi, Ermeni meselesi, laik-dindar paradoksu, PKK terörü. Beş asırdan beri Avrupa aktörü olan bir ülkenin AB kapılarında bu kadar aşağılanmasının sebebi başka ne olabilir; elli seneden beri müttefik bildiğimiz ABD'nin şu günlerde Türkiye'ye karşı takındığı riyakâr tutumun başka ne manası vardır?

Türkiye, var olmanın bedelini ödüyor; belli ki daha da ödeyecek! Bu bedele vaktiyle aynı evin kedisi olmak hasebiyle Kürtlerin de iştirak etmesi durumu değiştirmiyor. Bu izahattan sonra vurgulamak istediğim nokta çok açıktır: Kürtlerin dünya coğrafyasında kendilerini en rahat ifade edebilecekleri, en mutlu hissedebilecekleri ve var olabilecekleri ülke burasıdır; Türkiye, Kürtlerin de ebedi vatanıdır. "Egemen olayım ama kuru ekmek yiyeyim" mantığının asla işlemeyeceği bir hayal-i muhal üssüne (Büyük Kürdistan!) yaslanmak, büyük hayal kırıklıkları ve acılara sebep olacaktır; bunu sezmek için Türkiye'nin var olma savaşının tarihî duraklarını incelemeye bile gerek yok; Irak'ın düştüğü duruma bakıp ibret almak yeter.

Kürt kedisi, sözümü yabana atma, husumet ibrazı belleme: Biz aynı evin kedileriyiz, beraberlik ve kardeşlikten başka şansımız yok; görmüyor musunuz?