Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Sevgili anneciğim, mektubuma başlarken hasretle o pamuk gibi sıcacık, sevgi dolu ellerinden öperim; sizleri çok özledim ve inşallah bayram ertesi memlekete gelip sizleri görmek arzusundayım.

Aslına bakarsan anneciğim, bu digital çağda dededen kalma usulle mektup yazmak biraz gülünç oluyor ama senin hatırın için katlanıyorum; inanmazsın, yarım saat önce bakkala gidip "Bir zarf bir kağıt verir misin?" dedim; hayretle yüzüme baktı, "Hani" dedim, "çook seneler önce büyüklerimiz mektup yazar, zarf diye bir şeye koyup yapıştırarak pullayıp da postaneye götürürlermiş ya ondan." dedim. "Haa!" dedi, onda yokmuş, zarfı da köşedeki kırtasiyeciden buldum, onun için mektubu geciktirdim, kusura bakmayasın.

Canım anneciğim, halimi soruyorsun, hamdolsun yuvarlanıp gidiyoruz işte. Biliyorsun buralarda iş arslanın ağzında, diploma filan da kâr etmiyor; dönem arkadaşlarımdan bazıları süpermarketlerde tezgahtarlık, korumacılık filan işi buldular, garsonluk yapan var, kahvelerde ortacılık yapanlar var. Artık diplomasını gösterene iş vermiyorlar, eskidenmiş o, haftada elli lira harçlıkla iş bulanlarımız bile şükrediyor. Ben de epey iş aradım, bulamadım; iyi işlere torpilsiz girilmiyor. Tam ümidimi kesiyordum ki ortaokuldan arkadaşım Necdet'le rastlaştık, hani bizim yukardaki sokakta oturan Zehra teyzenin ortanca oğlu. Biz bununla folklor kursuna gitmiştik, hatırlarsın. Hoş-beşten sonra iş aradığımı öğrenince, "Oğlum, bizim grupta birkaç kişiye iş var ama bilmem becerebilir misin?" dedi, "Nedir yav?" dedim. Bunlar bir grup kurmuşlar, şurada burada Mevlevi dervişleri gibi dönüyorlarmış. Bir hafta önce iki kişi gruptan ayrılınca ihtiyaç hasıl olmuş, "Bildiğin Mevlevi raksı oğlum" dedi, "yapabilir misin?"

Hoppala dedim, yahu tamam yaparız da, başım döner, midem bulanır mı acaba? Haydi alıştık diyelim, ben ki hayatında kravat gömlek giyenlerle bile dalga geçmiş sportif ruhlu bir adamım; o derviş kıyafeti, o uzun etek, yelek, ayakta mest, başta kocaman keçe külâhla kendimi bir an düşündüm, "Olmaz" dedim, "Bir gören olursa ne der; katiyyen yapamam."

"Valla sen bilirsin." dedi, "Aslında işin talibi çok, ben istedim ki beraber olalım; neticede bu da bir nevi folklor oyunu. Hatırlasana Silifke ekibinde oynarken giydiğimiz kıyafeti düşün. Şıkıdık şıkıdık zıplaya kalka oynuyorduk hani; olacak iş miydi? Bu da böyle bir şey; iş bitince kıyafetini çıkarıyor, bildiğin gibi giyinip yaşıyorsun!"

"Doğru söylüyorsun be!" dedim, uzatmayalım beni ekibe aldılar, bir haftada acemiliği attım. Yere bir çivili tahta koyuyorlar, çiviyi ayak başparmağının arasına sıkıştırıp dön baba dönelim yapıyorsun; bu esnada müzik de çalıyor. Sıcak havalarda kıyafet biraz sıkıcı oluyor; ekip şefine dedim ki, "Abi, bu gibi sıcak havalarda Mevlevi sikkesi yerine beyzbol şapkası veya normal o bizim bildiğimiz hacıemmi takkelerinden giysek olmaz mı?" "Bana kalsa bal gibi olur" diye kafasını kaşıdı, "Hatta bana kalsa, Mevlevi tennuresinde de devrim yaparım, madem ki her işi gönülde bitiyor, kıyafetin ne önemi var; altta şort, üstte tişörtle de olur fakat müşteri kitlemiz hazmedemez; bu gibi reformlara toplum henüz hazır değil." dedi.

Neyse anneciğim, işte durumlar böyle, haftasına iş almaya başladım. Ekipte bir neyzen, bir tamburi arkadaş var; onlar bize göre çift kat ücret alıyorlar, çünkü ha deyince neyzen tanburi bulunmuyormuş. Bir ara, dervişliği bırakayıp tamburi olayım diye düşündüm, beceremedim, zor iş; üstelik tamburun sapı da uzun mu uzun, biraz kısa olsa, belki çalardım...

Bazı geceler iki, hatta üç yere gittiğimiz bile oluyor anneciğim; Ramazan'da dersen hiç boş kalmadık. Öğleden sonra faaliyet başlıyor. Ekip şefi abi, "Hele durun, Ramazan'dan sonra size defile de ayarlayacağım." dedi ama ben Ramazan'dan sonra böyle randımanlı çalışacağımızı zannetmiyorum. Necdet, "Arada düğün işi de çıkıyor; bu işte istikbal var oğlum, biraz dişini sık." diyor, bakacağız artık, bilemiyorum...

Canım anneciğim, babama sakın Mevlevi dervişi olduğumu söyleme; o beni hâlâ Pizzacıda hamurkâr zannetsin daha iyi; Mevlevilik kim, biz kim anneciğim; vaktiyle bunlar derli toplu, efendi, tahsilli, kibar adamlarmış. Geçenlerde bir kitapta okudum, eskiden dervişler öyle "ha" deyince bizim gibi dönmeye başlamazlarmış, uzun bir merasimi var bu işin. Aslına bakarsan bazen dönerken heyecana kapılıp güzel şeyler hissetmiyor değilim fakat genellikle utanıyorum bir tanıdık çıkar diye, o zaman gözlerimi kapatıyorum. Hani düğüncülük, şarkıcılık olsa neyse. Bu bir dini törenmiş aslında anne, hatta âyin diyorlar. Şimdi babam benim âyine katıldığımı, hatta bu işten para kazandığımı duysa yüreğine iner. Hâsılı kelâm içime bir türlü sinmiyor. Necdet'e kalsa, "Oğlum işin püf noktasını kaptım; gel beraber kendi ekibimizi kuralım." filan diyor ama ben bu sektörde durmam artık. O yüzden hâtıra resmi bile çektirmiyorum. İlerde birilerinin eline geçerse ne derim sonra?

Canım anneciğim, sana posta havalesiyle biraz para yolladım; nüfus kağıdınla postaneye gider alırsın. Babama haber vermesen de olur. Pek mühim bir miktar sayılmazsa da kendine bayramlık bir şey almanı isterim. Beni merak etme; terli terli su içmiyorum, evin içinde terliksiz gezmiyorum, abur-cubur şeyler tıkıştırmıyorum. Tırnaklarımı da haftada bir muntazaman kesiyorum; bazen uzamamış oluyor ama seni hatırlıyorum, sırf sen tembih ettin diye yine de uçlarından kesermiş gibi yapıyorum.

Mektubuma son verirken hasretle ellerinden öper, hayır dualarını beklerim anneciğim benim; bayram ertesi yanına gelip, elceğizinle yaptığın yaprak sarmasından yemek üzere sana şimdilik Allahaısmarladık diyorum.

Oğlun...