Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Cumhurbaşkanı Sayın Demirel'in büyük ızdıraplar pahasına Olemp'ten ateşi çalarak insanlığa sunan Prometheus'u hatırlatırcasına demokrasi ve amme menfaati uğruna büyük çileler çekiyormuş intibaı vermesini bir türlü makul bulamıyorum. Hükümeti kuracak imkanları ararken "mümkün" yerine "muhal"i zorlamasını anlamakta da mazurum ve hükümet işlerinden söz ederken yüz hatlarına çöken kaygılı çizgilerle sayın devlet başkanımızın takdir hakkını kullanırken yaptığı işe esoterik bir fluluk vermeye çalıştığını düşünüyorum. Onun reel"politikle demokrasi teorisi arasında bir regülatör görevi yerine getirmeye çalıştığını biliyorum; ne var ki son tahlilde takdir hakkını hep reel"politikten yana kullanmasını da yadırgıyorum.

Demokrasi, hikmetinden sual olunmayan faktörlerin işe karıştığı, künhüne akıl sır erdirilemeyen ve orta zekalılar tarafından behemahal saygıyla karışık bir ürperti ile izlenmesi gereken bir süreç değildir; onun bütün çekiciliği anlaşılabilir, saydam, berrak ve adil süreçlerde cereyan edebilmesidir. Nüfusumuzun çoğunluğu itibariyle gerçek anlamda vergi mükellefi olamadıksa bile en azından artık "kul" değiliz. Oylarımızla parlamentonun aritmetiğini tayin edebilme hakkımız henüz elimizden alınmadığına göre "hiç değilse kağıt üzerinde" birer vatandaşız. Terencen'in, "Ben insanım ve insani olan hiçbir şey bana yabancı değildir" sözünü demokratik yönetimler için, "Ben vatandaşım ve demokrasilerde benim anlayamayacağım hiçbir şey cereyan etmemelidir" şeklinde tahvil etmeye hakkımız var.

Bundan bir süre önce tam seksen küsur "devlet sanatçısı"nın ismi açıklandığında buna benzer bir algılama bozukluğu yaşadığımızı hatırlayacaksınız; devlet sanatçısı olmanın kanuni kriterleri hala açıklanamadığı için hepimiz "haklı olarak" sözü edilen seksen beş kişinin hangi özelliklerinden ötürü tercih edildiğini kavrayamadığımız gibi, benzer özellikler taşıyan en az 300"400 kişilik sanatçı topluluğunun niçin "taltif"i şahane"den cüda bırakıldığına aklen nüfuz edememiştik. Aradan geçen on beş günden sonra aynı "esoterik takdir hakkı" ile hükümeti kurmak için bir başbakan adayı atandığına şahit olduk da ayaklarımız suya erdi sayılır. Şimdi aynı mantık muvacehesinde mecliste milletvekilliği sıfatı taşıyan en az üç yüz kişinin niçin tercih edilmediğini anlamak için fetanet yetmezliği çekiyoruz.

Doğrusu bu ya bizler orta zekalı insanlarız; hadiseler her zaman fehamet derecemiz civarında seyretmeyebilir; o zaman birilerinin ortaya çıkıp olup"bitenleri orta zekalı insanların anlayabileceği tarzda şerhetmesi gerekir. "Gözüme bakın ne demek istediğimi anlarsınız" usulünün burada işe yarayabileceğini sanmıyorum. Kaygılı yüz ifadelerinin ardına çekilerek vaziyete dramatik boyutlar kazandırma gayretlerinin de cehaletimizi teskin noktasında işe yaramadığı aşikar. Orkestra, tango melodileri çalmakta iken biz hala "Silifke'nin yoğurdu" havası eşliğinde kaşık takırdatarak dönüp duruyorsak işte o birileri, ayaklarıyla tango ritmine uygun adımlar atarken elleriyle kaşık dövüştürerek bize kaş"göz işareti yapmayı bırakıp duruma açıklık kazandırmak zorunda. Ve onun yapmak zorunda olduğu bir şey daha var; teoriye göre biz nerede isek o da orada olmaya mecbur. Eğer gül gibi sistemi oylarımızla berbat hale getiriyorsak bilmeliyiz; bizim oyumuzun pul etmediği yerde ise bizim oyumuzla bir yerlere gelenlerin bizim yanımızda olmasını beklemek hakkımız.

"Devlet başbakanı" uygulamasına daha önce de şahit olmuştuk: Nasreddin Hoca'nın "kar helvası"na benzer bir tadı vardı. Ne garip değil mi? Seçim sath"ı mailine girdiğimizi sandığımız günlerde anayasa gereğince içişleri, adalet ve ulaştırma bakanları apar"topar istifa ettirilmiş ve yerine bağımsız üyeler atandıktan on beş gün sonra seçim tarihinin uygunsuzluğu hakkında kulisler başlatılmıştı. Şimdi bağımsız başbakanın kuracağı bağımsız bir bakanlar kurulunun tatlı heyecanı içindeyiz. Meğer işin kolayı ve püf noktası bağımsızlıkta imiş; vaktiyle solcu arkadaşların dağa"taşa yazmaktan usanmadığı "Bağımsız Türkiye" böyle bir şey miydi yoksa?

"Ağlasam sesimi duyar mısınız mısralarımda?"