Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Avrupa Birliği Komisyonu'nun ağzındaki baklalar esasen sır değildi; artık yeterince ıslatılmış olduğuna kanaat getirilmiş olmalı ki bir kısım aydınlarımızı "keyif"ten baygınlık geçirecek raddelerde mutlu eden raporun arasına sıkıştırılıvermiş. Meselâ Kürtlere ve Alevilere azınlık statüsü tanınması meselesi. "Yanlış anlaşılmış, yok öyle bir şey" gibi tevillere kulak asmayınız, ardı gelecektir ve işin ucu yarı Kuzey Irak'taki oluşumun benzeri bağımsız federasyon tekliflerine kadar da uzanacaktır. Bir başka baklanın ise Ermeni meselesinde Türkiye'yi zora sokmak olduğu anlaşılıyor. Hiç şüphe etmeyiniz ki önümüzdeki on onbeş senelik "üyeliği müzakere süreci"nde o dahi masaya konulacak ve dayatılacak.

Ben Avrupa Birliği'nin kendisine değil, Türkiye'nin illâ ki AB'ye üye olması gerektiğini savunanlara muhalifim; muhalif oy şerhim kendi hata ve kabahatlerimizin üstünü örterek zaaflarımızı setretmek niyetini taşımıyor; doğru ve sağlıklı olan bu zaaflarla AB Komisyonu işaret ettiği için yüzleşmek zorunda kalmak, daha doğrusu birtakım ekonomik avantajların yem diye iliştirildiği şartlar manzumesini, bizi medeniyete götürecek tek ve kaçınılmaz yol zannederek değişim iradesini AB'nin kaprislerine bağlı görmektir. Üç gün önce komisyon raporu açıklandığında Türk basınının kapıldığı -o sâfiyet dozu hayli yüksek- iyimserlik, ikibuçuk asırlık modernleşme tarihinde Türkiye'nin bir arpa boyu bile yol alamadığını göstermesi bakımından kahrediciydi; yine onlar tavsiye ve tenkidlerde bulunuyorlar; biz ise "yahu herifler haklı, biraz ıslah-ı nefs edelim bari" kanaatiyle yeni ev ödevimizi hazırlamak için kalemi dilimizle ıslatıp çalışmaya koyuluyoruz. Halbuki artık görmeliyiz; Türkiye'nin önünde "muasırlaşmak" için tek yol AB üyeliği değildir. Türkiye'de okumuş yazmışlar arasında, sanatçılar, siyasetçiler arasında Türkiye'nin kendi dinamikleriyle ve kendi hatalarıyla yüzleşerek değişmesi gerektiğini öngören pek çok fikir sahibi vardır ve eminim ki "süreç"in sonunda bu topluluğa hakkı teslim edilecektir.

Bir an AB'ye üyelik irademizin şu veya bu sebeple kat'i olarak suya düştüğünü farz ediniz -ki nihayetinde olacak olan budur-; o zaman yapılan reformlardan geri mi dönülecektir; Türkiye kendi zaaflarıyla yüzleşmekten vazgeçecek midir, sıkı para politikalarına yan çizilip iş laubaliliğe mi vuracaktır? Hayır! Türkiye'de muasırlaşma yoluyla güçlü olmak arzusu neredeyse genetik ve kolektif bir hırs halinde mevcut. Dolayısıyla AB üyeliğinin modernleşmekle doğrudan alâkası yok. Türkiye modernleşme tarihi boyunca Batı'dan çok şey öğrendi ve etkilendi, günün birinde AB üyesi olsa da olmasa da bu yoldan geri dönecek değildir ama AB'ye üye olmak için bu derece inhimâk göstermek, Türkiye'nin tarihi duruşunu bozuyor. "Duruş"tan kasdım şu; AB'nin tam üyesi bir Türkiye "enenmiş", dişleri ve pençeleri sökülmüş, bıyıkları ve yelesi kırpılmış bir arslanı andıracaktır; arslan olma özelliğini kaybetmiş bir et ve kemik yığını. Artık kendisi bile olmayan bir şey.

Plağın tersini ihmâl etmeyelim; Cumhuriyet tarihi boyunca rejimi sertleştirenler, dışa karşı kapatıp içerde keyfî ve akla ziyan düzenlemelerle "maslahat" ettiklerini zannedenler, kaynakları kötüye kullanıp israf edenler, kendi toplumundan ürküp ona güven beslemeyenler aslında Türkiye'yi muasırlıktan uzaklaştırdılar ve memleketi, AB ile ABD'nin yörüngesinde yalpalayıp duran sıradan bir Ortadoğu ülkesi görüntüsüne soktular. Her ağız açışlarında muasırlıktan dem vurmalarına rağmen Türkiye'yi kendi çağından uzak, istikrarsız, fukara ve üretken olmayan bir çizgiye mıhladılar. Bu gibilerin "rahatımız bozulacak, mevkiimiz sarsılacak" endişesiyle savunduğu AB aleyhtarlığında onlarla beraber zikredilmekten berîyim ve şiddetle rahatsız olurum.

Şu "bakla" meselesine bir mim koyunuz; ilerde yine o konuya döneriz nasib olursa!