Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Tek parti döneminin herhangi bir yılını düşünelim; o yılın yöneticilerine, bürokrasisine ve kamuoyuna, bugün karşı karşıya bulunduğumuz siyasi şartlar inanılmaz ve kabul edilemez görünecektir.

Ne var ki bugünlerde “Cumhuriyet” kavramı, nedense hep tek kuruluş yıllarında ve tek parti döneminde algılanan mânâsıyla kabul görüyor.

Cumhuriyet’i kuranlar elbette toplumsal çerçevede değişim fikrine karşı çıkmıyorlar, hatta gerçekleştirmeye çalıştıkları radikal dönüşümü (inkılâp, reform), değişimin son merhalesi olarak anlıyorlardı. Öyle köklü ve esaslı adımlar attıklarına inanıyorlardı ki, onların zihninde Cumhuriyet’in bir sonraki merhalede değişmesine gerek bile kalmayacaktı. Cumhuriyet’in politik şablonu, kurulan düzenin, en azından bilinmeyen bir geleceğe kadar istikrarını koruyacağı inancını taşıyordu.

Zaman içinde toplumla birlikte siyasi, iktisadi ve zihnî yapılar değişti; kuruluş yılları için kaçınılmaz görünen bazı düzenlemeler fersûdeleşti. Cumhuriyet’in adı duruyorsa da muhtevâsı, kurucularının tanıyamayacağı kadar farklı bir çehreye büründü.

Kurucu ideoloji, toplumu tek millet olarak görmüş ve bünyedeki dinî, etnik farklılıkların ve kültür farklılıklarının millet olma şuuru içinde birbiriyle rekabete girişmeyeceği varsayımını geliştirmişti; bu doğru çıkmadı çünkü 30’lu yıllara mahsus bir “Global kanaat” olarak toplumun devlet elitleri tarafından silbaştan tasarlanabileceği inancına yaslanıyordu. O “Paradigma” artık yaşamıyor. 30’lu yıllarda pek bilinmeyen ve râyici bulunmayan bir değer olarak insan hakları kavramı, çağdaş siyasetin temel lâzımelerinden biri hâline geldi.

Yeni anayasa çalışmaları henüz bitmedi, karakteri netleşmedi fakat genel eğilim bellidir ve o noktadan geriye dönüş mümkün olmaz: İnsan haklarının rahatça kullanılmasına ve işlemesine dayalı bir hukuk devleti düzeni içinde, eşit yurttaşların gönüllü iştiraki ile işleyecek bir kamu düzeni ihtiyacı çok belirgin.

Günün moda tâbiri ile, “İmralı”yla yapılacak görüşmeler toplumda önemli bir beklenti uyandırdı ve çok büyük bir reaksiyon görülmedi. Görüşme veya müzakerelerin neticesinden beklenen sonuç açıktır: Silahlı Kürt unsurları artık şiddet kullanmaktan vazgeçmelerine karşılık, her mânâda kullanılabilir eşit yurttaşlık statüsü talep ediyorlar ve bu genel çerçeveye çok ciddi bir itiraz gelmiyor. Bu, demokratikleşme adını verdiğimiz sürecin kuvveden fiile geçmesidir ve devletin kendi yurttaşlarına karşı -velev ki- silahlı isyan yolunu seçmiş olsalar bile- artık sindirme, söndürme, bastırma mukabelesinde bulunmayacağı anlamına gelir.

Küçük derelerde boğulup süreci dinamitlemezsek bu hayırhah bir süreç olacaktır. Anlaşıldığı kadarıyla uluslararası konjonktür, barış sürecinin lehinde bir görüntü sergiliyor ve Türkiye bu avantajı kullanmakta kararlı.

Cumhuriyet, 1923’ten bu yana çok önemli ve mânidar virajlardan geçti ama galiba en anlamlı ve karakteristik viraj, şu anda eşiğinde durduğumuz yerdir. Cumhuriyet’i lâfzen muhafaza ediyoruz fakat onun büyük muhteva değişikliğine uğradığının hepimiz farkındayız. Kurucu ideolojiye “Elifi elifine” sahip çıkanlar, “Ulusalcılık” şemsiyesi altında bugün siyasi yelpazenin marjinal ucunda azlık teşkil edebiliyorlar. Türkiye’nin Ulusalcı bir yaklaşımla yönetilemeyeceğini onlar da artık biliyor olsalar gerektir.

Cumhuriyet’in yeni bir safhasına giriyoruz. Düne dair pek çok değer pırıltısını ve işlerliğini kaybetti. Altı ok’un sadece laiklik umdesi zamana direnebildi, “Cumhuriyetçilik”in içi boşaldı; öteki okları, rozet şeklinde yakasında gezdirenler bile sahiplenemiyor. Milli birlik dediğimiz şeyin, yekpârelik ve tek merkezden tasarlanmışlık olmadığını biliyoruz artık. Yurtseverlik mâhiyet değiştirdi ve daha insânî ve kabul edilebilir bir şekle büründü. “Biz bize benzeriz” cakasından biraz sıyrılabildik, en azından dünya ekonomisinin bir parçası olduğumuzun farkındayız.

İmralı görüşmeleri sonunda Türkiye, demokratikleşme yolunda bir üst tura terfî ederse, tarihin garip bir istihzâsına daha şahit olacağız demektir; şimdilik iyimser olmamak için sebep yok.

Borsacı tabiriyle “Barış”ı satın almanın tam zamanı.