Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Türk basınının unutulmaz simâla-rından gazeteci Hakkı Devrim, mesleğinden ve gazetesinden uzaklaştırılmasından iki yıl sonra T24 sitesinden Hazal Özvarış’a verdiği mülakatta ilginç bir tesbitte bulunuyor; bu, aslında herkesin biraz düşünmekle erişebileceği, ortalık yerde duran ama gündelik hayhuy içinde pek fark edilmeyen bir gerçek. Şöyle diyor mülakatın bir yerinde:

-Televizyon mülakatında karşıma gelse, ‘Tayyip Bey, siz talihli bir adam olduğunuzun farkında mısınız’ derdim. ‘Talih olabilir ama ben de çalışıyorum’ derse, ‘Çalışıyorsunuz ama sizin kadar talihli başvekil görmedim’ derdim, diyor ve şöyle devam ediyor: “Rakiplerine baksana, biri Kemal Kılıçdaroğlu, biri Devlet Bahçeli. Bana da onları versen, ben de başvekil olurum. (Gülüyor) Ne kadar saçma bir şey söylersen söyle, onlar daha saçmasını söylüyorlar. Erdoğan’ın karşısında hiçbir şey yok!

Aynı kanaatteyim ve daha önceden bu sütunlarda aynı tesbitte bulunduğumu iyi hatırlıyorum. Demokrasimizin bugünlerde en ciddi derdi, fiilî muhalefetsizlik.

Görünüşte iki muhalefet partisi var da, bu partilerin iktidar üzerindeki tesiri, ciddi bir denetim ve sorgulama baskısından ziyade hükümetin yapıp ettiklerine karşı seçmenlerde daha büyük bir destek tavrı oluşturmaya yarıyor. Parlamento içi muhalefet sadece sayıca yetersiz değil, özgül ağırlık itibariyle de hafif. Parlamento dışındaki muhalefet ise (basın, sendikalar, STK’lar vb.) bir an önce hükümetin yıkılması için gökten düşecek yıldırım da dâhil her nevi olumsuzluğa destek çıkma tavrı yüzünden sevimsiz görünmekte. Parlamento içi ve dışındaki muhalefet odaklarının Ergenekon, Balyoz vb. davalar konusunda sırf hükümetin yıkılmasına yardımcı olacağı için darbe yandaşlarını desteklemesi yüzünden inandırıcılıkları kalmadı. Hakkı Devrim’in, “Erdoğan’ın karşısında hiçbir şey yok!” derken kasdettiği herhalde bu mânâdır.

Meselenin bir başka boyutu, Başbakan Erdoğan’ın bu elverişli durumdan yararlanmak ve onu devam ettirmek için gitgide ustalaşan bir siyaset ustası haline geldiğidir. Erdoğan, periyodik dokunuşlarla sinir uçlarıyla oynadığı muhalefetten tam da işine gelen sesler çıkarmakta mahâret kesbetti.

Sonuçta Başbakan, fiilen mevcut bulunmayan, kâğıt üstünde varmış gibi görünen bir muhalefet blokuna karşı parlamento çoğunluğu ve kamuoyunun açık desteği ile büyük yetkiler kullanıyor ve herkes için son derece önemli kararlar almakta sıkıntıya düşmüyor. Onun kaale aldığı yegâne caydırıcı unsur, sık sık tazelettirdiği kamuoyu anketlerindeki düşüş ve yükseliş eğilimleridir.

Bunun haricinde bütün Türkiye, Başbakan’ın dirâyet ve basiretine güvenmek zorunda.

Demokrasi böyle bir şey değil ama; önümüzü görmek ve daha güzel bir gelecek ümid etmek için bir kişinin veya partinin basiret ve dirayetine bel bağlamaktan daha farklı mekanizmalar olmalı. Dünyanın her yerinde bu hizmeti kamu adına meşru muhalefet kurumları üstlenir; bizde öyle olmuyor.

Duruma kısaca göz atalım: Hükümet on yılda bürokratik (ordu ve yargı gibi) muhalefeti sindirdi ve elbette doğru davrandı; bu hamleyle hükümet, seçmenlerinin büyük tasvibini kazandı ve hâlâ bu hamlenin kredisi üzerinden siyaset yapıyor. Esasen ordu ve yargının muhalefeti demokratik muhalefet denkleminde yer almıyordu. Peki, denklemdekilerin meşru unsurların durumu nedir?

CHP ve MHP, peşinen istemezükçü, zaman zaman oyalayıcı ve küçük puan artışlarıyla Meclis’te tutunmayı sağlayıcı yaklaşımları ile asla iktidar adayı görüntüsü vermiyorlar (vermek istediklerinden de emin değilim!). Sendikal güçler, ideolojik bazı saplantılar yüzünden sadece toplumda değil, çalışan kesimler arasında bile güven telkin edemiyorlar. Basında durum biraz farklı ama genel durum aynı: İstemezükçüler, ideolojik gerilim üzerinden hükümeti yıpratıcı yayın yaptıkça halkın en azından % 51’ine güvenilmez görünüyorlar ve bu konuda pek fena bir sicile sahip bulunmak gibi bir sâbıkaları var. Hükümete yakın duran medya ise iki ana öbeğe ayrılıyor: Her hâdisede iktidara medh ü senâ tavrı içindeki “Yaşa varol”cular ve “Bir dakika, ne oluyor”cular!

Son zümre yalnız. “İyiye iyi, kötüye kötü” demeyi murad edinenlerinin gücü cirmleri kadar.

Ezcümle bugün Başbakan Erdoğan, şahsı etrafında hâlelenen kitlenin destek ve duasıyla, aslında tek kişilik bir iktidarı temsil ediyor ve onu yanlış yapmaktan esirgeyeceği ümid edilen iki faktör var: Şahsi basiret derecesi ve % 51’in destekten vazgeçmesi.

Bu hal bana tabii gelmiyor; CHP ve MHP’de aniden sürpriz bir sağduyu yükselişi beklenemeyeceğine göre (çünkü doğru siyaset yaptıklarını düşünüyorlar!), memleketin selameti Başbakan Erdoğan’ın basiretine bağlı demektir. Biraz daha fazlasını hak etmiyor muyuz sizce?