Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Hepimiz, biraz da hayretle önemli bir şeyin farkına varıyoruz: PKK’nın şiddet politikası üzerinden yürütülen Kürt meselesi, otuz sene içinde bir Türkiye rutini hâline gelmiş, kanıksamışız. Devlet, sanki bu süreç ebediyen devam edecek gibi politikalar geliştirmiş (Bir işe yaramadığını sonradan anlasak bile!), PKK taraftarları da, günün birinde şiddetin sona ereceğini hiç akla getirmeden silahlı mücadeleyi bir hayat tarzı hâline getirmişler.

<!--more-->

En aykırı olanı ise, dış dünyanın ve özellikle Avrupalı devletlerin kanıksamışlığı. Kürt meselesini çözmeyi başarmış bir Türkiye ile komşuluk etmeyi hiç düşünmemişler galiba; bütün hesaplar ve stratejiler şu nokta üzerinde yoğunlaşmış: Türkiye’nin Kürt meselesi ilelebet sürüp gidecek ve bu büyük meselenin baskısı altında bunalan Türkiye, Batılı dostları için daima -bir kanadı kırık olduğu için- kolay yönlendirilebilir bir ülke olacak!

Çözüm yolundaki yeni arayışların, eskiye göre biraz olsun mesafe kazanması ümidimizi ve iyimserliğimizi artırdı; bu nikbinlik belki yüksek dozda safderunluk ihtivâ ediyor ama şu küçücük iyimserlik aralığından bakınca fark ettiğimiz gerçek budur: Bütün taraflar, Kürt meselesi sonsuzluğa kadar sürüp gidecekmiş gibi vaziyet geliştirmişler ve statükonun bozulması, bu zihnî kafa konforunun bozulmasına yol açacak.

Paris’teki vahşi infaz, büyük harflerle “Batı”nın, Kürt meselesinde işgal ettiği büyük yerin varlığını yeniden hatırlattı. “Büyük bir yer” mübalağa değil. Cinayetle birlikte netleşen ayrıntılardan biri, katledilen PKK yöneticisi kadınların, Avrupa’da bir nevi diplomat itibarı görüyor olmaları ve Fransız devlet başkanının sıkça görüştüğü insanlar listesinde bulunmalarıydı. AB’nin merkezî kararıyla PKK’nın terör örgütü sayılması fiilî durumu değiştirmiyor; bizim “haydut, terörist, tetikçi” olarak gördüğümüz PKK’lı figürü, Avrupa’nın ve dünyanın önemli başkentlerinde hürriyet savaşçısı mazlumlar olarak muamele görüyor. Paris’teki vahşetin anlamını herkes doğru anladı; katiller, barış sürecinden rahatsız olmuşlardı. Bu durumda basit bir akıl yürütmesiyle barıştan zarar görecek şüphelileri gözden geçirmeliyiz.

Bu önemli noktanın altını çiziyoruz ve şu gerçeği bir daha hatırlıyoruz: Kürt meselesi sadece Kürtlerin meselesi olmaktan çıkmış, Batılı ülkeler için sıra dışı ve zengin bir politik araç olmuş; öyleyse hızla şu pratik sonuçlara erişebiliriz:

-Barış denilen şey, TC Devleti ile PKK arasındaki iyi niyetli görüşmelerle çözümlenmiş olmaz. “Batılı” ülkelerin mutlaka ikna edilmeleri gerekir.

-PKK açısından Batılı ülkelerin maddi-manevî destekleri olmaksızın Güneydoğu dağlarında Türkiye’ye karşı askerî eylem yapabilmek mümkün olmaz. Örgütün finansman ihtiyacı, Batılı ülkelerin izni ve bilgisi haricinde başka bir kaynaktan sağlanamaz.

-İşte bu yüzden, büyük harflerle “Batı”, muhtemel barışın olağan partneri olacaktır. Görüşmeler, tahmin edildiği üzere sabotaja ve kesintiye uğrarsa akla gelecek ilk olağan şüpheli yine Batı’dır.

İyimserlikle enayilik arasındaki yer

Tecrübelerimiz bize, İmralı ile devlet arasında sürdürülen görüşmelerin, galip ihtimâl başarısızlıkla biteceğini hatırlatıyor. Süreci engelleyecek o kadar çok etkili faktör var ki, başarı ihtimâli neredeyse sıfıra doğru geriliyor; bunların başında, az önce ifade ettiğimiz gibi statükonun bütün taraflarda bir nevi alışkanlık, hatta rahatlık uyandırdığı yolunda. Yanlış numaralı bir gözlüğe hastanın zamanla alışmasına ve adapte olmasına benzeyen bir hoşnutluk söz konusu. İkinci olarak, taraflar arasında barışı “yenilgi ve teslimiyet” gibi yorumlayacak çevrelerin propaganda baskısını bir kenara yazmalıyız: “Bu barış değil utançtır, Kürt onurunu pazarlık konusu yaptınız” veya “Millî haysiyeti beş paralık ettiniz, ülkeyi sattınız” yollu keskin ve acı lâflar, vakti geldiğinde kullanılmak üzere bir yerlerde bekletiliyor. Bu ve benzeri ihtimâller ışığında sürecin olumlu nihayetlenmesini ummak, ancak yüksek derecede iyimserlik (ki bu kavrama halk arasında ‘enayilik’ denildiği de olur) olarak adlandırılabilir.

Evet, manzara böyle; Paris cinayeti yüreğimizi ağzımıza getirdi, daha bu türden hangi engellerin çıkabileceğini hatırlattı en azından. Gördük ve ürperdik ama yine de “yüksek iyimserliği” elden bırakmamalıyız.

Kazanmak için değil, çözmek ve barışmak için.