Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Kürtler adına konuşan pek çok grup var. Bunların içinde örgütlü siyaset yapma imtiyazına sahip olan Barış ve Demokrasi Partisi (BDP)’nin sesi daha çok işitiliyor. BDP, TBMM’de 20 milletvekili ile bir grup hâlinde temsil ediliyor. Daha önce aynı çizgiyi temsil eden farklı partiler Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmış olmasına rağmen BDP, gözünü budaktan esirgemeyen bir üslûp içinde Meclis’teki meşru varlığını sürdürüyor. İşin güzel tarafı, BDP sözcülerinin bütün sivri dilli beyanatlarına, daha doğrusu gayr-i resmî ifadeyle bir “Kürt Partisi” niteliği taşımasına rağmen, BDP’nin Meclis’teki temsilini herkes içine sindirmiş durumda. Zaman zaman aşırı talepler seslendirseler de BDP’siz bir Meclis, memleketin demokrasiye inanmış büyük kesimi tarafından asla tasavvur edilmiyor, edilemez.

Siyasi Kürt hareketi, 1984’teki Eruh baskınından bu yana gelişti, serpildi, meşrulaştı; kendi içinde tabii sözcülerini çıkardı ve müesseseleşti. Bu nokta, Türk demokrasisi bakımından azımsanmaması gereken bir mesafedir. Bu süreçte demokrasimiz büyük bir olgunluk sınavından geçiyor.

BDP’NİN İÇ ÇELİŞKİSİ

BDP derin bir iç çelişki yaşıyor; varlığını ve aktivitesini PKK’nın silahlı eylemlerine borçlu bir kurumdan söz ediyoruz. Ara sıra farklı şeyler söyleseler de temelde BDP ile PKK arasında organik, tabii bir münasebetin varlığını herkes biliyorsa da yokmuş gibi davranıyor. Bu durum, BDP’nin gücü ama aynı zamanda zafiyetidir. Dağdaki silahlı sempatizanlardan alınan güçle siyaset yürütmek, bir dönem için bile bile görmezden gelinen bir ayrıntı olabilir fakat ilânihâye devam edemez. BDP, kendi iç çelişkisini aşmak zorunda.

DÜZDE SİYASETİN KOLAYI

BDP rahat ve kolay siyaset yapıyor. Kürtlerin, asırların içinden süzülüp gelen sosyolojik kurum ve alışkanlıklarının bütün vebâlini işbaşındaki hükümetlere, bütün olumsuzlukların bedelini devlete ödetmek ve ondan hesap sormak doğrultusunda belirlenen bu politika kolay politikadır. Bir tarafın hep zalim ve borçlu, diğer tarafın hep mazlum ve alacaklı gibi durduğu bir alışverişte, gözlemcilere nazaran mağdurun pozisyonu avantajlı görünür. Kürtler, toplumun tarihî ve sosyolojik mağdurlarıdır ve mağduriyet üzerinden siyaset yapmanın “bir yere kadar” anlaşılabilir bir yanı var. Anlaşılamayan, daha doğrusu radikal tavırlı BDP yöneticilerinin anlaması gereken husus, ağız dolusu olmayacak talepler seslendirilirken Türklerin, daha doğrusu BDP taraftarları dışında kalan nüfusun hemen hiç hesaba katılmayışıdır. BDP’liler, şimdiye kadar elde edilen pozitif hakların hiçbir değeri yokmuşçasına hep daha fazlasını dile getirip buna gerekçe olarak vaktiyle ne kadar mağdur durumda olduklarını tekrarlarken, kendileri gibi düşünmeyen insanların duygularını hesaba katmıyorlar.

SABIR TAŞI ÇATLATILMAMALI

Bir süre önce dillendirilen, ama tepkiler yükselince geri adım atılan ‘çift dillilik’ talebini ele alalım. Gündelik hayatta fiilen Kürt dilini kullanmakta zorluk ve engelle karşılaşmayan Kürtler, çifte dilli anayasal düzenlemeyi telaffuz ederken toplumun geride kalan kısmına “Biz ayrı bir toplumuz; sizlerle aramıza illâ ki anayasal bir duvar çekmek istiyoruz. Ana dilimizi rahatça kullanabiliyor olmamızla yetinmiyoruz” yolunda bir mesaj vermiş oluyorlar. Çift resmî dilli anayasanın siyaset biliminde hangi anlama geldiğini elbette BDP’liler de biliyor; fakat fırsat eldeyken kazanabileceklerinin azamisini elde etmek tarzında bir yol takip ediyorlar. Bu talepte, eskiden olduğu gibi beraber yaşama arzusunun samimi ifadesi yoktur; daha doğrusu iyi niyet yoktur. Bu mesaj çok net şekilde hissediliyor.

Öte yandan Güneydoğu’da KCK isimli örgütün vergi tahsiline kalkışması, güvenlik teşkilatı kurmak için kendince harekete geçmesi, bir başka yan kuruluş DTK (Demokratik Toplum Kongresi) adına bölgede sağlık hizmetlerinin mahalli idarelere devredilmesi gibi talepler yanında BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın geçen hafta “Meclis’te iki dil talebimiz yok ama özerklikte ısrarlıyız” açıklaması ve özellikle demokratik özerklik kavramı etrafında yapılan faaliyetler, sanki Kürt olmayanların sabır taşını çatlatmak için özellikle atılmış hesaplı adımlar gibi görünüyor.

ÖZERKLİK’TEN SONRA NE GELECEĞİ MALUM!

Özerklik konusunda biraz duralım: BDP, Meclis’te grupla temsil edilmesini, hiçbir soruşturmaya tabi kalmaksızın siyaset yapabilme imkânlarını küçümsercesine, daha önce hiçbir topluluk tarafından dile getirilmemiş bir özerkliği ısrarla tekrar etmektedir. Özerklikten kastın yerinden yönetim prensibine göre seçilmiş eyalet parlamentoları, özerk bütçe ve merkezin müdahale edemediği mahalli yöneticiler olduğu açıktır. BDP, Güneydoğu için özerklik talep ederken Türkiye’nin geride kalanı için tavsiyesini tekrarlayarak reel siyasetten çok fanteziyle uğraşıyor. Eleştirilere karşı nedense hep federatif yönetimi tercih eden bazı Batılı ülkelerin gösterilmesi dikkat çekicidir.

BDP, siyaset yaparken kendinden (ve elbette PKK ve uzantılarından başka) kimseyi hesaba katmazmış gibi davranıyor; incitici ve itici olan budur. Mağduriyet hissi içinde kendilerine öbür tarafın yerine koyarak empati yapmaktan kaçınıyor gibi bir görüntü içindeler.

Birbirini takip eden ve gitgide aşırılaşan taleplerin bir yerden sonra kamuoyunda bıkkınlık uyandıracağı açıktır; acaba BDP sözcüleri, olmayacak duaya isteyerek veya istemeden “Âmin” derken, böyle bir bıkkınlığın teşekkülünü mü murad etmektedirler, doğrusu düşünmeden edemiyorum.

GENELKURMAY’IN TEPKİSİ, ESASTA HAKLI VE DOĞRU, ŞEKİLDE HATALI

Genelkurmay Başkanlığı’nın çift dillilik talebine tepki gösteren açıklamasını bu çerçevede değerlendirmenin daha doğru olacağını sanıyorum. Genelkurmay açıklamasına gösterilen ilk umumi tepki, “Askerler siyasi konularda görüş dayatmaktan ne zaman vazgeçecekler?” yolunda bir homurdanma idi; bu tepki şeklen doğrudur ancak Genelkurmay’ın açıklamasını, öncekilerinin aksine toplumun iradesi paralelinde yorumlamak gerekir. Genelkurmay Başkanlığı üslûpta problem yaşıyor olabilir fakat genel irâdenin sesini aksettirmiş olması bakımından doğrudur.

Acaba BDP’liler, ısrarla sinir uçlarıyla oynama siyaseti yürütürken, Türkiye’de askerî vesayetin yeniden sivil siyasete egemen olmasını mı temenni etmektedirler?

Türkiye’de sivil siyaset unsurlarının siyasete hâkim olması, acaba BDP’nin işini mi güçleştirmektedir?

BDP’liler, bu ülkede kalplerini kazanmadan asla başarıya ulaşamayacakları milyonlarca insanın duygularını ne zaman hatırlayacaklar?