Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Erkeklerin bitip tükenmek bilmeyen askerlik hâtıraları hakkında kadınların ne düşündüklerini tahmine çalışalım; ilk ihtimâl -kibar dille- bu durumdan pek memnun olmadıklarıdır, çünkü hâtırasını anlatan erkekle, anlatılanları dinleyen kadın uzun zamandır beraber idiyseler (kardeş, koca, amca vb.), kadın, erkeğin anlatacağı her şeyi daha önceden lâakal birkaç defa dinlemiş demektir.

Şu meşhur "Bedelli" askerlik uygulaması, "bir defaya mahsus" kaydıyla başladığında biz askerliğini klasik tarzda tamamlamış olanlar, "askerî hâtıra edebiyatı"nda yeni bir çığırın açıldığını o saat fark etmiştik. Daha fanilasını bile doğru-dürüst kirletmeden başlayıp bitiveren birkaç haftalık askerlik süresi, bedelli erat üzerinde aynen 48 aylık eski askerliklerin yaptığı cinsten bir tesir uyandırmıştı.

Kısacası anlata anlata bitiremiyorlardı!

İşte o dakikada müteveffa fizik âlimi Einstein'ın, zamanın izâfiliği hakkındaki o meşhur teorisinde ne kadar isabet kaydettiğini bir kere daha teslim ettik. Evet, zaman izâfi bir şeydi ve onu "süre" ile ölçmek her zaman doğru olmayabiliyordu. Bu teoriye mütevazı bir katkı olsun diye belirtmek ihtiyacı hissediyorum: Zamanı ölçmek farazi bir iddiadır; çünkü ölçülmüş zaman içinde cereyan eden şeylerin niteliği, şiddeti ve zihinde bıraktığı izler, onun gerçek değerini belirlerler.

Ve bu mütevazı katkıdan ötürü Nobel filan da bekliyor değilim ha!

Meseleye geçelim: Her yılın belirli dönemlerinde bizdeki "genç kamuoyu" harekete geçerek, bildikleri bütün e-posta adreslerine milyonlarca e-mektup gönderirler; hepsi de askerlik süresinin kısaltılması veya "bir defalığa mahsus olmak üzere" askerlik hizmetine karşılık bir bedel tahsil olunarak eğitimli ve iş güç sahibi (yani üretken) genç kuşağın askerlikten muaf tutulmasına dairdir. (Bu arada Ulaştırma Bakanı'na eşi benzeri duyulmamış, çığır açıcı ve internet iletişimine takla attırıcı yeni ve fevkalade gelir artırıcı bir teklif sunmak isterim. Mâlum olduğu üzre internet üzerinden yapılan haberleşmeler her nevi vergi, rüsum ve harçtan muaf bulunmakta ve böylece posta idaresi muazzam bir gelirden mahrum kalmaktadır. Bir şekilde internet haberleşmesinin vergiye bağlanması halinde hâsıl olacak gelirin, yeni israf alanlarında hangi vâdide sarf edilebileceği meselesine âcizâne dikkat çekmek isterim. Böylelikle her gün posta kutusunu açmak, lüzumsuz ve alâkasız mektupları (spam) tek tek tıklayarak işaretleyip sanal çöplüğe göndermek mecburiyetinde kalan insanların (yani meselâ ben) ne ölçüde rahatlayacağı her türlü tahminden vârestedir!

Uzatmayalım: Bedelli lobisi yine faaliyette. Hele Başbakan'ın Avustralya dolaylarında iken, "dönüşte bu meseleyi Genelkurmay'la konuşalım bir" yollu beyanatından sonra bu konudaki mektup kesâfeti iyice artmış bulunuyor.

Bu arada yurt dışında çalışan ve orada doğup büyüyen gençlere yönelik 28 günlük "dövizli askerlik" uygulaması devam ediyor. Dövizli askerlik kapsamına girmek için Türkiye'de doğup büyümüş olanlara daracık bir kapı aralanmış; buna göre askerlik çağına giren hali vakti yerinde bir genç, yurtdışına çıkıyor ve üç sene ( bunun birbuçuk senesini Türkiye'de geçirebilmek hakkı da varmış) yurtdışında kalıyor. Bu durumu belgelediği zaman o da bir nevi "gurbetçi" statüsüne girerek dövizle askerlik yapabiliyormuş.

Dedik ya, eğitimli ve ağzı lâf yapan gençler bunlar. Bu durumu ilkokul çocuklarının bile anlayabileceği karikatürlü bir şemada görünür hale getirerek poster yapıp internette herkese yolluyorlar. Posterin sonundaki paragrafı sizlere aynen sunmak isterim.

"Vatandaş Mehmet (yani hiçbir şekilde dövizli askerlik kapsamına girmesine imkân ve ihtimâl bulunmayan gençler), Türkiye'de Türkiye için çalışıyor. Vergisini Türkiye Cumhuriyeti'ne veriyor. Çalışmak zorunda çünkü ailesine bakıyor ve ay sonunda kira, elektrik, su ve telefon borcu ellerinden öpüyor. Yaşı otuza dayanmış. 6 ya da 15 ay askerlik yapması isteniyor ama patronu ona 6 veya 15 ay izin vermiyor. (Dikkat kilit cümle geliyor) İşini kaybetmemek için bedelli askerliği bekliyor ama bir türlü bedelli çıkmıyor. Daha fazla dayanamayan Mehmet askere gidiyor ve işini kaybediyor. Dönüşte iş bulamıyor, işsizler ordusuna katılıyor. Çok sevdiği devleti, Mehmet için bunu reva görüyor. Gerekçesi ise şu: 'Bedelli askerlik eşitsizlik yaratır".

"Her doğruyu söyleme ama her söylediğin doğru olsun" vecizesine emsâl olabilecek bir retorikle karşı karşıyayız. Doğru ama eksik çünkü askerlik çağı erişen her gencin 30'una kadar beklemediğini ve vakti gelince askerliğini yaptığı mâlum. Bedelli askerliği talep edenler, yükseköğretim, ihtisas ve staj süreleri yüzünden neredeyse otuzuna kadar tecil yaptırmak durumunda kalan gençler. Aslında demek istedikleri net olarak şudur: "Bedelini veren her kim ise, 28 gün askerlik yapsın ve artık işine gücüne baksın!"

Bu gibi durumları gördükçe siyasete heveslenmediğime şükrediyorum. Tam bir sakal bıyık vaziyeti çünkü. 70 milyonluk ülkenin bütün gençlerine aynı askerlik statüsünü uygulamak imkânsız; ama farklılıkta hakkaniyet ölçülerini de tahriş etmemek lâzım. Politikacı ne yapsın, elbette "Hele bir Genelkurmay'la görüşelim" diyecek; Genelkurmay ise haklı olarak, "olmaz, vaktiyle yaptık, hiç de hoş olmadı; bedelli uygulamasının tekrarı caiz değildir" şeklinde sert çıkacak. Siyasetçi de dönüp, "işte görüyorsunuz, biz olumlu yaklaştık ama.." diye kem-küm edecek...

Ve neticede 30 yaşına gelen Mehmet, eşi, çoluğu çocuğu ve akrabaları ile helâlleşip kışla yollarına düşecek!