Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Aslında "informe" diye yazmak gerekirdi; daha Türkçesi "Beni haberdar etme, eksik kalsın" demeliydim; lakin iyi niyetli bir vehme göre "ınformation" çağında yaşıyoruz ya; kelimenin Türkçedeki galat telaffuzuna imada bulunmaktan maksadım lisanımızdaki "haberleşmek" ile "ınformation"un -zahiren benzeşseler de- iki ayrı haber teorisine atıfta bulunduğunu belirtmek. Galat haliyle "enforme" ediliyoruz; ama "haberdar" değiliz. O kadar ki "haberdar olmak"la, "enforme edilmek" iki farklı bilgilenme turunu ifade ediyor; haberdar olmak, Mevlana Celaleddin Rumi'nin işaret ettiği manadır: "Can, tecrübelerle sabittir ki haberdar olmaktan ibarettir. Kim daha fazla haberdarsa, daha fazla canlıdır." Olmak ve edilmek fiilleri arasındaki nüansın da anlattığı gibi ınformation faaliyeti bugün haberdar etmek manasının ardında gizli bir propaganda niyetine mağlup düşmüştür. Esasen bu faaliyetin gizli-kapaklı tarafı da yok; içinde yaşadığımız asrın ınformation'a atfettiği kıymet, açıkça kitlelerin kanaatini biçimlendirmekten ibarettir.

Türkiye'de ınformation vasıtalarına hakim olanlar, kitlelerin kanaatini etkileme gücünü çok kaba ve hoyrat bir tarzda kullanıyorlar. Bu kabalık artık itinasızlık sınırını da taşarak hakarete kadar uzanmış bulunuyor. Medya gücünü kullanarak kamuoyunun kanaatini bir yere kadar yönlendirmek mümkün; ama Türkiye'de medyanın inandırıcılık ve ikna edicilik vasfı süratle tükeniyor. Milletten yalıtılmış sırça ofislere kurularak milletin kanaatini yönlendirmeye çalışan medya yöneticileri, "ben yaptım oldu" mantığının ucuz cazibesinden sıyrılmak zorundalar. Ellerinde tuttukları medya gücü, sandıklarının aksine sonsuz değil; hele bu güç, milletin kıymet hükümlerine tamamen zıt istikamette kullanılmaya devam edilirse itibarını tamamen kaybedeceği aşikar.

Türkiye enformasyon ihtilali denilen zamane afetinin etkisi altına girdi; bizde her teknolojik yenilik evvela oyun olarak kabul görüyor, daha sonra fonksiyonları fark edilip, o fonksiyonlara uygun yeni ihtiyaçlar türetilmek suretiyle kullanışlılık kazanıyor; bu esnada işgücü, döviz, zaman, doğru algılama cinsinden müsrifliklere düşmekten kaçınamıyoruz, ancak "sosyal vade" tamamlandığında teknoloji meşru bir zemine yaslanabiliyor. Medya teknolojisinde Türkiye oyun zamanını tamamlamak üzere; millette, medyanın güvenilmezliği yolunda beliren bütün işaretler medya sektöründe işlerin eskisi gibi "ben yaptım oldu" mantığıyla yürümeyeceğini gösteriyor.

Medya, tabiatı icabı "haberdarlık" üzerine değil, "enforme etmek" fikrine göre tertiplenmiş bir teknoloji; fıtratı icabı medya denilen devasa oyuncak, tek yönde işleyen ve muhatabını yok farz eden bir sistem ve bu yüzden mana itibariyle "iletişim"e imkan tanımıyor. Bu oyuncakla kısa vadede ahalinin kanaatlerini yönlendirerek güç ve para kazanmak mümkün; kazancını daha uzun vadeye taşımak isteyenlerin yapabileceği tek şey, sistemin öbür ucunda bir muhatap bulunduğunu fark ederek onlarla aynı lisanı konuşmaya çalışmak. Muhatabını tanımak isteyen medya yöneticilerinin "orda kimse var mı?" sualinin cevabı "rating" ölçümlerinde yatmıyor. Rating, kan basıncını, idrardaki üre miktarını gösteren tıbbi tahliller gibi biyolojik tepkileri gösteren bir ölçme biçimi; zannedilenin aksine psikolojiyi ve asıl mühimi ruhi vaziyetleri ölçmeye muktedir değil.

Ve gözden kaçırmamak gereken en mühim nokta; medya, öbür ucunda -müşteri veya tüketici sıfatıyla- birilerinin varlığıyla işleyebilen bir sistem; o "birileri" biziz ve bu tatsız oyun giderek öfkemizi artırıyor. Biyolojik reflekslerimizi, karşı tarafı müşterisiz bırakacak ölçüde kontrol edemeyişimiz geçici bir durum; tek yanlı enformasyon bu tatsızlıkla sürüp giderse günün birinde "ben yoruldum, sen oyna" diyeceğiz ve oyun bitecek.

Sıfır rating ve sıfır tiraj; ruhun organizma üstündeki zaferi! Sıfırı boş verelim, iki puanlık bir düşüş bile alçağa akıyor gibi görünen suları yokuşlara tırmandırabilir.

Görmüyor musunuz; bu oyundan ancak mızıkçılık yaparak karlı çıkabiliriz.