Beni Türk kebapçılarına emanet ediniz!

Hava kurşun gibi ağır... 1 Temmuz itibarıyla yürürlüğe giren yeni Türk Ticaret Kanunu, ilk hamlesiyle gönlümüzü yaraladı, kalbimizi dilhûn etti ve zaten tartışılmakta olan ifade ve fikir hürriyetine ağır bir darbe indirdi. Özetliyorum: Kamyon yazıları yasaklandı!

Artık Türkiye zihnî iklim itibarıyla daha karanlık, daha mağmum ve korkutucu bir iklime büründü. Nefes almaktan korkar hale geldik. Şimdi vecize söylerken bile şüpheli nazarlarla etrafı kolaçan ettikten sonra birbirimizin kulağına sessizce fısıldıyoruz:

-Beni sevme, sevdiğimi bil yeter!

Muhatabımız elini ağzıyla örterek sessizce cevap veriyor:

-Bir kavanoz reçel; bunlar da geçer!

Tamam mugalâta yapmayalım; düzenleme, seyir halindeki araçların sağına soluna yazılmış edebî ürünlerin, diğer sürücülerin dikkatini dağıtmaması için yapılmış olmalı. Araştırmacı gazeteci tarafım fena halde tembel bugün, dolayısıyla yeni kanunun -aynı gerekçeyle- yol kenarlarındaki reklam panolarına bir yasaklama getirmiş midir, bilmiyorum. Eğer akl-ı selîm harekete geçti ve yol reklamları da yasaklandıysa, Karadeniz usulü ekmek pişiren yolboyu fırınlarını 500 metre geçtiğimizde bizi kimse ikaz etmeyecek demektir. Ne fena! Kamyon edebiyatının vicdanlarımızda açtığı vahim boşluğu şimdi neyle ikaame edeceğiz?

Ben olsam, fikir ve edebiyat hürriyetine açıkça kasdeden bu düzenlemeyi Ticaret Kanunu'ndan çıkarırdım zira son zamanlarda, özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimlerine giden sürecin takvimi işlemeye başlayalı beri aldığı bir dizi şaşırtıcı kararlarla, milli birlik ve beraberliğe ilaveten kamyon edebiyatına en çok muhtaç olduğumuz şu günlerde kendisini topuğundan vurmakla hükümet (Düzde geçme beni, yokuşta mahcup ederim seni!) eşdeğer bir hata yapıyor.

Hata deyince hatırladım; nitekim bakınız, hatalı araçlardan hesap sorabilmek için arka tarafa yazılan "Hatalıysam filan numaraya bildirin" yazısından ilham alınarak türetilmiş büyük bir edebiyatın da hiçe sayılması nihai tahlilde sadece siyasî muhalefetin işine gelecektir. İzah edeceğim ama önce "Hatalıysam ara" edebiyatını hızla tarayalım: "Hatalıysam, sıkıyorsa ararsın, Hatalıysam aramızda kalsın, Hatalıysam baş başa (yüz yüze) görüşelim, Hep hatalıysam arıyorsun, canın sıkıldığında da ara." En güzeli ise şöyle: "Hatalıysan lütfen ara!"

Diyelim, TOKİ idaresi Samsun'da dere yatağına ev yaptı; olmayacak iş oldu, m2'ye 50 kilo yağmur düştü, koruyucu duvarlar yıkıldı, bodrum katı su bastı ve on kişi canından oldu. Yani ortada öyle ufak tefek değil, irice bir hata var! Kimi "aramamız" gerekiyor bu durumda? Hükümet adına konuşan bakanlar, "Hatalıysam bir ara görüşür, anlaşırız" mealinde şeyler söylüyorlar. Mesela, "Başta ben olmak üzere bir hatası olan varsa cezasını çekmelidir... Özellikle suçlu aramak yanlıştır, suçlu varsa zaten biz bunu ortaya çıkaracağız". Bir başka bakan ise şöyle mesaj vermiş kamyonunun arka tamponunda, "Hiç kimsenin bu acıları istismar etmemesi gerekir."

Bu sözlerin "Hatalıysam aramızda kalsın"dan ne farkı var? Burası en ciddi konu üzerinde bile 5 günden fazla fikrî takip yapabilme özrüyle mâlûl bir ülke. Haftaya görürsünüz, sel gider, kumu kalır. "Devletimiz bütün imkânlarıyla kazazedelerin yanında yer alarak zararları tazmin eder (Devlet böyledir, zararı önce tanzim- ardından tazmin eder; kötü bir kelime oyunu ama maalesef hakikat!)

E, hani kamyon edebiyatı yasaklanmıştı?

Bana kalırsa Avrupa ülkelerinde çıktıkları araştırma ve inceleme gezisinde zihnî teşevvüşe uğrayan vekillerin idealizmiyle alelacele yasaklanan kamyon edebiyatı alelacele serbest bırakılmalı; tatile giren Meclis acil gündemle toplanmalı, şike, TMK ve Danıştay'la ilgili kanunlarda yapıldığı gibi ilgili maddeler alelacele değiştirilmeli ve alelacele tatile dönülmelidir.

Niçin biliyor musunuz? Kamyon edebiyatçıları diyor ki; "Ya olduğun gibi görün, ya gözüme görünme".

Ve bir ikaz daha: "Eğer bu yazıyı okuyabiliyorsan, çok yaklaşmışsın demektir!"


Kaynak (Arşiv)