Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Eskilerin "âhir zaman" dedikleri bir gariplikler devrine geldik; adam tabanca yakalatıyor, siz bilemediniz ertesi gün serbest; trafik kazası yapıyor, insanlara zarar veriyor, beş-on gün sonra dışarda. Adam bununla da yetinmiyor, devleti dolandırıyor, cinayet işliyor, nitelikli hırsızlık yapıyor, çete kuruyor, dövüyor, vuruyor, kırıyor, bir zaman sonra bakıyoruz ki elini kolunu sallaya sallaya dolaşmakta.

Lâfı nereye getireceğim: Eskiden polis, ceza, kanun, mahkeme, karakol gibi kavramlardan herkesin ödü patlardı ve mesela silah yakalatan bir sene paşa paşa hapishanede gün sayardı. Sonra silah ruhsatı diye bir şey çıkardılar; benim gördüğüm ne kadar mazarrat ve cürme mütemayil eşhas varsa (eski dille yazıyorum ki kimleri kasdettiğim anlaşılmasın, araya kaynasın!) kırıp-sarıp birer ruhsat satın aldılar. Satın aldılar çünkü silah ruhsatı almanın görünürdeki en müşkil faslı, ruhsat parasını denkleştirmekten ibaret gibiydi. Netice itibariyle devletin bu ruhsat meselesinden bir miktar kârı olmuştur ama bizim aleyhimize oldu; eskiden de silah sevmezdik, şimdi yine "boş" gezmekteyiz. Sert erkekler âleminde adamdan sayılmasak yeridir yâni.

Bitmedi, bir de taklit silah furyası başladı. Şahsen vitrinlerde seyretmeyi seviyorum; tıpkı orijinali gibi; hatta bazen cesaretimi toplayıp "silahçı" dükkânına girerek,

-Şu tabancalara dokunabilir miyim, diye izin aldıktan sonra saflığa vurup, "sahici mi yoksa" diye kendimce dalgamı geçiyorum. Aslı kadar ağır, aslı kadar korkutucu ve aslı kadar da öldürücü.

Öyleymiş, namlunun bir yerlerini tesviye ediyorlarmış, sahte merminin attığı çekirdek suntayı bile deliyormuş!

Ben, birer mekanik şaheser olarak tabancaları severim; hele uzun namlulu, toplu tabancalara (hani şu kovboyların belindeki cinsten) bayılırım ama platonik bir alâka benimki; hani gençken sinema artistlerine âşık olan ümitsiz gençlerin vaziyetine benzeyen bir durum bu. Zengin olsam koleksiyonunu yaparım ama o kadar.

Peki, gerçeğinden ayırdedilmeyen bu silahların çarşıda, dükkânda, çoluk-çocuğun elinde işi ne? Kimse oyuncak demesin; öyle oyuncak da eksik olsun. İçişleri bakanlığı bu taklit silahları yasaklamak için niçin bekler, bilinmez.

Meseleye gelelim: Tabancaya karşıyım ama bıçağa muhabbetim ziyadedir. Niçin diyeceksiniz? Çünkü bıçak insanlığa en yararlı, en kullanışlı âletlerden biridir. Teknoloji Tarihi'ni açıp bakınız, bıçağı baş köşede göreceksiniz. Müzelerdeki en eski âletler de çakmaktaşı dediğimiz sert kayaçların kenarları kırılarak keskin ağız haline getirilmeye çalışılan bıçaklardır; ondan sonra ikinci sırayı balta alır. Balta deyip geçmeyelim; etrafta hiçbir âletin olmadığı bir devirde bir balta sahibi olmak çok itibarlı bir ayrıcalık olmalı! Bıçağa dönelim; tabanca ile sadece mermi atılır; onunla mesela otomobil lastiği değiştiremezsiniz, lehim yapamazsınız, baston gibi kullanamazsınız; sadece belinize takar sağı-solu korkutursunuz ama bıçak çok fonksiyonlu, faydalı bir araçtır; sanatkârlardan ev hanımlarına, tabiplerden kunduracılara kadar herkesin eline yakışabilen yegâne araçtır belki de; ormanda da işe yarar, şehirde de.

"Efendim hangi devirde yaşıyoruz, modası geçti böyle şeylerin" diyemez kimse. Şöyle düşünün bir; bıçak hiç icad edilmeseydi, etrafımızda neler, hangi nesneler, hangi hizmetler eksilirdi (bu arada tırpan ve orağın da bir nevi bıçak olduğunu unutmayınız lütfen!)

Hani "mübârek bir âlettir" diyeceğim de fazlaca ileri gitmekten çekiniyorum.

Bu durumda küçükken niçin elimi ve parmaklarımı gün aşırı kesip durduğumu tahminde zorlanmayacağınızı ümid ediyorum; benim hep -en az- bir bıçağım olmuştur ve onunla her zaman bir şeyler kesmekten zevk almıştım. Filmlerde de öyle olur, canı sıkılan jön elindeki bıçakla bir söğüt dalını yontar durur; küçümsemeyiniz! Bu lüzumsuz gibi görünen meşgaleden nice zenaat dalı türediğini tahmine çalışınız sadece.

Vaktiyle arkadaşın birine bıçak hediye etmiştim de önce bıyık altından, sonra da resmen bıyık üstünden gülmüş, "başka şey bulamadın mı?" mânâsında istihzâlı polümler yapmıştı. Halbuki o bıçak sıradan bir şey değildi; usta elinden çıkmıştı, özel yaptırmıştım. Bu hadiseden sonra kimseye bıçak hediye etmemeye karar verdim, artık bıçaklarımı kendime saklıyorum. Ayıptır söylemesi mütevazı bir koleksiyonum bile var.

Bıçak dedimse Samuray kılıcı değil yahu; çakı! Geçen bayramda Bursa'nın Bıçakçılar sokağını gezerken Samuray kılıcı da gördük vitrinlerde fakat bize yaramaz; turist işi imitasyonlar; birinde Denizli mâmulü eski bir yatağan gördüm, müşteri oldumsa da satmadılar; meğer kıymetini bilirlermiş!

Bu arada bıçakçı vitrinlerini dolduran kaba-saba, çirkin ve bir işe yaramaz ecnebi bıçaklarını tümden kınadığımı ithalatçı firmaların bilmesini isterim; yerli bıçak üreticilerimizi de hayalgücü fukaralığı ile suçlasam yeridir hani. Hiçbir cazibesi olmayan, çiftçi-bağcı işi bıçaklar yapsınlar ama bizim gibi meraklıların zevkine hitab eden sanat eserleri de üretsinler: Nerede birbirinden zarif kınlı hançerlerimiz, nerede hattatların kamış yontmak için kullandıkları bıçaklar, nerede o müthiş yatağanlar, süvari kılıçları, nerede harikulade çakı çeşitleri? Kendim için istiyorsam neyim, turistler için!...