Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Maddeyle haddi mütecaviz derecede uğraşmaktan ötürü vicdanı berelenmiş, ruhu örselenmiş bir kavimle karşı karşıyayız. Dünya, "batılı insan"a imtihan ediliyor bugün; tarihin gördüğü en yırtıcı, en mütecessis, en azgın ve en becerikli insanla

"Ey mutmain nefs: Rabbine ondan razı olmuş ve razı olunmuş olarak dön" Fecr: 28

Arkeoloji, eski medeniyetlerin anıtlara ve eşya kalıntılarına dayanılarak incelenmesi. İnsanlar hayata tutunurken iz bırakırlar; eşya, bina, yol veya ayak izi. Arkeoloji evvela bu belirtilere ulaşmayı, hemen ardından bu belirtileri inceleyerek geçmişi yeniden kurgulamayı hedef ediniyor. Tarih, yazılı vesikalarla iş görür. Yazılı vesikanın olmadığı yerde ise arkeoloji devreye giriyor.

Sadece belgesel yayınlayan bir kanalda fillerin atası sayılan Mamutlarla ilgili ilmî bir kazının görüntülerini seyrederken bir husus çok dikkatimi çekti. Kazıyı yürütenler, neredeyse sabır çatlatan bir dikkatle çalışıyorlardı; mümkün olduğu ölçüde sistematik davranıyor ve kazı bölgesindeki bütün buluntuları aynı derecede önemli sayarak inceliyorlardı. Belgesel, Kuzey Sibirya'nın Taymir bölgesinde, ancak iki yaz ayında buzları çözülen bataklıklarda toprak altında kalmış mamut kalıntılarını araştıran bir ekibin çalışmalarını hikâye ediyordu. Bir mamut izine rastlandığında etrafındaki toprağı kazarak kalıntıyı incelemek yerine toprağı dikdörtgen prizma şeklinde bir kerpiç kalıbı gibi söküp helikopter yardımıyla yerinden kaldırarak yer altında inşa edilmiş tabii bir soğuk hava deposuna götürüyorlar, orada toprak tabakasını saç kurutma makinasıyla neredeyse milimetre hesabıyla yumuşatarak küçük plastik torbalara koyup etiketliyorlar ve tahlil edilmek üzere laboratuarlara yolluyorlardı. Bu yolla hayvanın henüz sağ olduğu 20 bin sene öncesinin çevre şartlarını ve iklimi, virüsler, polenler, bitki tohumları yardımıyla anlamak mümkün oluyordu.

Nesli tükenmiş hayvan türlerini incelemek Paleontoloji veya doğrudan biyolojiyi ilgilendirmesi hasebiyle arkeolojinin sahasına girmiyor ama ayrıntı hassasiyeti çok etkileyici. Bu hassasiyette batılı insanı tarif eden çok mühim bir nükte var. İlim disiplini, merak ve sabır konusunda batılı insanın bizden daha farklı olduğu âşikâr; zaten batı dünyasını diğer dünyadan farklı kılan temel özellikler de bunlar. Belgesel boyunca daha önce toplanmış verilerden ve "silikon grafik" denilen teknik aracılığı ile canlandırılmış üç boyutlu Mamut görüntülerini seyrettik durduk. Geçmişi merak etmek bu noktada, geçmişi tasavvur ve yeniden kurgulamak ihtiyacına dönüşüyordu ama "batılı insan"ın diğerlerinden niçin daha hırslı ve "başarılı" olduğunu gösteren bir başka husus daha dikkatimi çekti: Projeyi yürütenler, sağlam bir mamut DNA'sı için bozulmamış bir hücre dokusu ele geçirmeyi hedeflemişlerdi ve böylece günün birinde bir mamut klonlamayı düşünüyorlardı.

Mümkün olsa bile bir mamutu yeniden canlandırmak fikri, batılı adamın ayaklarını yerden kesen kopuş noktasıdır. Onlar kurgulamakla yetinmiyorlar, çok daha fazlasını istiyorlar. Onlar için İslâm'ın getirdiği hadler, tabii bir sınır teşkil etmiyor. İşte tam o anda Kur'an'ın Hucurat Sûresi'ndeki 12. âyeti hatırlayıverdim birden: "Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan çekinin çünkü zannın bazısı vebaldir, tecessüs de etmeyin". Âyet, insanlar arasında ayıp aranması mânâsında ihtarda bulunuyor ama buradaki "lâ tecessese" ihtarının kapsayıcılığı hakkında düşünmemek mümkün mü? "Ce—se—se" sülâsisi, Türkçe'de casus, tecessüs kelimesinin türetildiği köktür. "Cesse" Arapça'da bir şeye elle dokunmak, yoklamak, birşey hakkında bilgi edinmeye çalışmak, bulup çıkarmak, gizlice izlemek anlamına geliyor; Türkçe'deki "araştırmak" fiili, biraz itinasızca da olsa "cesse"nin anlamlarını karşılamaktadır.

Öyleyse ilmin temel rüknü sayılan "araştırma" eylemine de bir had konulmuştur. İlimle uğraşanlar dahi "lâ tecessese!" emrine muhataptır. Oysa ki "bir noktadan sonra araştırmaya son vermek" batılı bilim anlayışının havsalasına hitab etmez. Onlar tâkatlarının son raddesine kadar bu vadide yürür, araştırır, keşfeder, tüketir ve "şey"in sonuna kadar varmayı murad ederler ki bu davranışın adı "harîslik"tir; hırsa mağlub olup da itidalden şaşmak. Batılı insanın bilgi felsefesi "had" tanımaz ve yaratılmış her şey üzerinde sonuna kadar tasarrufu kendine hak görür. Dünyayı istilâ ederken de aynı "hadsiz" hâlet içindedir, atomun iç yapısını merak ederken de. Atom bombası işte bu cinsten bir aşırı tecessüsün eseridir; ilme konu olan herşeyi ahlâk alanının dışına taşıyarak onu nihayet tanımaksızın istismar etmeyi meşru görür. Ozon tabakasını işte bu hırs delik deşik etmiştir. Dünya kaynaklarının, proteinin, kömürün, petrolün, hububatın, suyun ve havanın çılgınca sömürülmesi ve sahiplenilmesi işte bu yanlış ve bâtıl "epistemik" tutumun neticesi. Dünyayı geri ve ileri diye kabaca iki bloka ayırıp mağdurların ve mazlumların nasibiyle bir dünya imparatorluğu (yeni dünya düzeni) kurma arzularının en arkasında bilimin istismarı var. Batılı insan, arzın şahit olduğu en kabiliyetli bilim adamı neslini yetiştirdi ama bu nesilden bahsederken "iyi ve doğru" kavramlarını kullanamayız.

Batılı insan, ilim sahasında frensizdir. Hıristiyan akideleri, onu "had"ler konusunda uyarmakta yetersiz ve muğlaktır; esasen dini, hayatın karşısına koyarak Avrupalı kuşakları dinden nefret ettiren ve her dinî müesseseden soğutan onlardır; bilimle dini karşı karşıya getiren de onlar. Din—bilim çatışması, batı dünyasına mahsus bir vakıadır ve aslında bu hadise kısaca Hıristiyanlık—bilim çatışmasından ibarettir. Batılı insan, kendi dininin bile içini boşaltmış, sonra dini akidelerini arkeolojik ve prehistorik bulgularla teste tabi tutup onu efsâne şekline sokarak kuru ve imâna hitab etmeyen seküler bir ahlâk felsefesi haline getirmiştir.

Yine arkeolojiye dönelim; arkeolojiye yani geçen zamanın madde üzerinde bıraktığı izlere. Arkeolojinin insana öğrettiği nedir? İnsanlık tarihinin pek mühim bir kısmı ancak bu ilim dalının ışığında kısmen aydınlanabiliyor; ne var ki arkeolojinin çağlar boyunca okuyabildiği tek şey ölümün çehresidir. Mısır'da milyonlarca ton kesme taşla yükseltilen piramitlerin altında yatanlar, vaktiyle tanrı—kral olduğunu zanneden bir avuç zavallı fâni idi ve onlar toplumlarına, "ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye büyüklenmiş ve kendilerine ibadet edilmesini emretmişlerdi. Dünyanın tanıdığı en cür'etkâr hırsız olan Schliemann'ın açtığı Truva hazineleri, Yunan mitolojisinin efsanevi kahramanlarına aitti fakat onlar üç kuruşluk boncuk parçasının ilahlık iddialarından daha uzun ömürlü olduğunu farkedemeden göçüp gittiler. Arkeoloji bize sadece ölümü hatırlatır aslında. Parlak medeniyetler göçüp gitmiş, hânümanlar yerle bir olmuş, nice koçyiğitler istisnasız ecele yenik düşmüş, güzellikler pörsümüş, vaktiyle "tatlı hayat" yaşamaya doyamamış ışıklı şehirler toprağın derûnunda birkaç santimetrelik kül tabakası şekline dönüşmüştür. Külleri eşeleyip ince eleklerden geçirmek büyük mârifet; kemik parçalarından yola çıkarak geçmiş nesiller hakkında bilgi edinmek büyük hüner; bilinmeyen zamanlara soluk da olsa tasavvurun ışığını düşürmek hayranlık verici fakat bu bilginin nihai tahlilde bize öğrettiği şey nedir? Arkeoloji neye yarar: Geçmişi kurgulamaya mı, kurmaya mı? Anlamak için kurgularız ama ihyâ edemeyiz; velev ki ihyâ edebilmiş olsak bunun anlamı nedir?

Batılı insan, ilimde ölümü aşmanın yollarını arıyor; bu gayret o kadar açık ve bariz ki! Ölüm onlar için henüz halledilmemiş bir geometri problemi, henüz ikmal edilmemiş bir işlemler dizisi gibi görünüyor olmalı. Bu mantığın uzantısı, hayatın dahi matematik dille formüle edilebileceğini gösterir: Bilinmeyen, ulaşılamayan, anlaşılamayan x'tir onlar için; ve "x", denklemde uygun yere konulursa ve yeterince yardımcı veri toplanırsa bir gün bilgi haline dönüşüp sırrını âyân edecektir. Batılı insan "had" dediğimiz kavramı bunun için kavrayamıyor ve bilgiye zulmediyor. Onlar, hakikat karşısında duraklayan ve susan bilgi cinsinden habersizler. Sadece arkeolojide değil, genetik mühendisliğinden parçacık fiziğine, moleküler tıptan sosyolojiye, şehircilikten psikiyatriye kadar bizzat isim verdikleri her bilimde ilahi hadleri "x"ile niteleyerek işlemler zincirini sonuna kadar zorlamaktan vazgeçmiyorlar. Dr. Faust'un "Mefisto"suna ne kadar da çok benziyor Batılı insan. Rüyaları onun için kâbus dolu olmalı; batılı insanın şuuraltı, Hollywood ekranlarında istifrâ ediyor. Maddeyle haddi mütecaviz derecede uğraşmaktan ötürü vicdanı berelenmiş, ruhu örselenmiş bir kavimle karşı karşıyayız. Dünya, "batılı insan"a imtihan ediliyor bugün; tarihin gördüğü en yırtıcı, en mütecessis, en azgın ve en becerikli insanla. Onları ancak İslâm teskin edebilir; bir bilebilseler... ve bir bilebilsek!...