Bir endüstri abidesinin nasıl kurtarıldığının hikâyesidir

Bu hafta size yaşadığım memlekete dair bir hadise anlatmak istiyorum; çünkü bu hadisenin temsil niteliği hayli geniştir ve parçadan bütüne doğru gidildiğinde daha mânidar bir kapsam kazanmaktadır.

Cumhuriyetin ilk yıllarındaki o destâni demiryolları atılımında Sivas, bulunduğu yer itibariyle Ankara'dan sonra önem taşıyan ikinci merkezî kavşak durumundaydı. Bu yüzden 1930 yılında Ankara'yı Kayseri'ye bağlayan hat Sivas'a ulaşmış ve böylece Sivas, kuzeye (Samsun), doğuya (Erzincan, Erzurum, Kars) ve Güney-Güneydoğuya hat veren bir ana kavşak teşkil etmişti.

Demiryollarından sonra Sivas, 1939 yılında, genç Cumhuriyet'in en büyük ağır sanayi yatırımlarından biri ile ödüllendirildi; en parlak zamanlarında 5 bin civarında işçi istihdam eden Sivas Devlet Demiryolları fabrikası, şehrin batı ucunda yer alan istasyon binasının hemen bitişiğinde geniş parsellere yayılarak ülke ve şehir ekonomisine hizmet vermeye başladı. Binlerce aile bu tesislerden ekmek yedi; vasıfsız binlerce insan bu kurumun bünyesindeki okullarda ve atelyelerde yetişerek mesleki vasıf kazanıp birer üretken insan oldular.

İstasyon, İşletme Müdürlüğü, Fabrika ve yol bakım hizmetlerinin (Cer) yürütüldüğü ünitelerle şehrin kalbi haline gelen bu alanda sanayi tesislerine ilaveten çok sayıda lojman ve idari binalar adeta büyük bir mahalle oluşturmaktaydı.

Teknolojik yenilik icaplarına uyulmadığı için bu tesis, zamanla önemini kaybederek mütemadiyen zarar eden bir KİT görüntüsüne mahkum oldu; mecburen küçültüldü, önemli tezgahlar sökülerek başka fabrikalara aktarıldı ve giderek önemsizleşti fakat hâlâ dimdik ayakta.

Hikayemiz işte buradan başlıyor...

Şehir içinde imara müsait arsa üretmekte zorlanan çevreler, yukarda kısmen saydığım gerekçeleri bahane ederek Demiryolları kompleksinin (semtinin) şehir dışında uygun bir alana aktarılması için kamuoyu oluşturmak gayretine giriştiler: Şehrin en değerli arsaları, iyi işlemeyen bir ağır sanayi tesisinin işgali altında tutulmamalı, kamulaştırılmalı ve yer kaydırmasıyla elde edilecek binlerce dönüm arsa, Sivas'ın gelişimi için imara açılarak kullanılmalıydı.

Böyle büyük çapta bir değişiklik kararı, ancak Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun yetki sahasına girdiği için mesele hâliyle kurulun gündemine girdi. Kurulda lehte ve aleyhte görüşler dile getirilerek savunuldu.

Arazinin kamulaştırılmasını isteyenlerin görüşlerini yukarda belirtmiştim; buna karşı çıkanların gerekçeleri, meselenin bambaşka bir yönünü ortaya koymaktaydı. Buna göre, büyük çoğunluğu Alman mimar ve teknik adamları tarafından projelenen demiryolları kompleksi, alçakgönüllü, sıcak ve samimi mimarlık ifadesiyle korunması gereken bir değerdi. Üstelik bu kompleks, şehrin ortalamasına göre daha fazla yeşil doku barındırıyordu ve azami on metre civarını geçmeyen genel yükseltisiyle, şehrin dikine yükselen genel peysajını rahatlatan, âdeta "aslında olması gereken"i işaretleyen bir ders teşkil ediyordu. Her şey bir yana demiryolları kompleksi artık bir tarih hâtırası olarak son derece değerliydi ve Sivas şehrinin yakın tarihine şahitlik eden önemli bir eserler bütünü idi.

Basına aksettiği kadarıyla koruma kurulunda hayli ilginç tartışmalar yaşandığı anlaşılıyor; meselenin en şaşılacak tarafı mahalli yetkililerin yıkım ve kamulaştırma kararına pek karşı çıkmazken, kuruldaki çoğunluğun koruma kararını sahiplenmeleriydi!

Muhtelif aralıklarla toplanarak meseleyi görüşen kurul, neticede kararını açıkladı; buna göre söz konusu demiryolları kompleksinin neredeyse tamamına yakın bölümü (% 90'ı) koruma altına alındı ve tescillendi.

Konuyu yakından takib eden az sayıda basın mensubu ve meraklısı dışında gözlerden uzakta cereyan eden tartışmalar neticesinde alınan bu karar, son zamanlarda duyduğum en güzel haberdi. Yaşadığım şehire böyle manidar bir armağan veren ve üstelik bu kararı, mahalli yetkili ve ilgililere karşı savunarak izah eden kurul üyelerine çok teşekkür ediyor, kararlarını can ü yürekten destekliyorum. Eminim ki "şehir kültürü" kavramından haberdar olan hemşehrilerim de bu karardan büyük mutluluk duymuşlardır.

Sivas'ın Demiryolları kompleksi civarını gezen ve bilenler teslim edecektir ki, halk arasında "lojmanlar" diye bilinen bu semt, Sivas'ın en sıcak, en şahsiyetli ve şirin yapılanmalarına ev sahipliği yapmaktadır. Fabrika ve sair sanayi yapıları ise, daha şimdiden şehrin hâfızasını taşıyan ve yaşatan abideler olmak vasfına hak kazanmış durumdadır. Günün birinde bu bölgede artık endüstriyel bir faaliyet yürütülmeyebilir fakat geniş aralıklarla araziye yayılan devasa iş atelyeleri bile, şehrin eğitim, sağlık ve özellikle kültür hizmetlerini yerine getirmek için orada hazır beklemektedir.

Elbette ki gönül kompleksteki endüstriyel fonksiyonun asla kaybolmamasını, genişleyerek sürmesini diler, fakat bir endüstri binası olarak bile bir mimarlık değeri ifade eden yapıların, ülkemize başka fonksiyonlarla hizmet edebileceğine dair güzel örnekler geliyor hemen aklımıza; meselâ İstanbul Haliç'teki tarihî Feshane binası bunların başında yer alıyor. Bir sanayi tesisi olmak görüntüsünü hâlâ korumasına rağmen Feshane'nin yerine yapılacak bir başka yapı, ne kadar anlamlı olabilirdi ki?

Bu noktada bir başka tesbitte bulunmanın tam yeridir; Türkiye'nin nasıl iyi ve verimli yönetilebileceği söz konusu olunca hemen herkes merkezî idarenin mahzurları, mahalli idarenin faydaları üzerinde durur fakat şu örnek hadisede farkettiğimiz şey, her iki idari tarzın birini tercih etmek yerine uygun bir kompozisyonla birlikte kullanılması gerektiğidir. Eğer kurul, sadece mahalli üyelerden teşkil etmiş olsa, büyük ihtimalle, mahalle baskısı değil ama "mahalli baskı" sebebiyle bu anlamlı karar alınamayacak, o değerli ve abidevi alan kısa zamanda elden çıkarılarak gelecek kuşaklara aksetmesi gereken o önemli birikim kaybedilecekti.

Bu sütunlarda çoğu zaman eleştirdiğim akademik görüş, bu meselede tarihî eser korumacılığına çok değerli bir yorum getirerek pek çok Sivaslı tarih ve kültürseverin gönüllerinde taht kurmuş bulunuyor.

Allah onlardan razı olsun; sağolsunlar!


Kaynak (Arşiv)