Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Başbakan'ın, "İçki içmeyin üzüm yiyin" dediği yolundaki haberi, dört kelimelik muhteviyatından da anlaşılacağı üzere ciddiye alıp baştan sona okumamıştım; hatâ etmişim.

Başbakan'ın, sair bakanların kurduğu en küçük cümleden, imâdan hattâ bazan sükûtlarından vahim mânâlar çıkarmakta üstâd CHP'li basının kalem erbâbı, kaç günden beri, "Ekmek yerine buğday mı yiyelim; salataya sirke yerine üzüm sıksak da olur mu?" dolaylarında ağlamaklı yazılar kaleme alıyorlar.

İnsanların korkularından tutularak yönetildiği bir ülke burası. "Yemeğini yemezsen işte böyle olursun" tehdidiyle büyütülmüşüz: "Dersini çalışmazsan serseri olursun, kızını dövmeyen dizini döver!" yollu tehditler, aile terbiyesinde önemli referanslarımızın başında gelir.

Bu çerçevede "İçki içmeyin üzüm yiyin" lâfı, laikçi çevreler tarafından bir hayat tarzı tehdidi olarak algılanır mı? Sormak bile abes! "Bunlar ilk fırsatta içkiyi yasaklayıp, belediye otobüslerinde bile haremlik-selâmlık uygulaması başlatacaklar" efsânesini ciddiye alan çok insan var Türkiye'de. İçki içmeyi, veya içebilme hakkını, kendi hayat tarzlarının en önemli ve anlamlı göstergesi sayıyorlar; içki içebilmek hakkına büyük bir sembolik mânâ yüklüyorlar ve böyle düşündükleri için onları kimse suçlamamalıdır.

"Hayır efendim, Başbakan aslında böyle demek istemedi, espri yaptı" diye geçiştirilecek hâli yok bu durumun. Hayat tarzını savunmak, -elbette başka hayat tarzlarına rahatsızlık vermediği sürece- tabii haktır. Hükümetlerin baş görevlerinden biri de budur; insanları baskı altında tutan tehdid ve vehimleri ortadan kaldırmak yerine bunları tetikleyecek sözler söylemek doğru değil.

Gençleri alkolizmden uzak tutmak için Sağlık Bakanlığı tedbirler almalı (Lokanta masalarında demirbaş tuzluk yasağı fikrini isabetlidir mesela); bunu "şârib'ün leyl-i ve'n-nehâr" olanlarımız bile destekler fakat günün birinde içki yasağı referandum konusu olsa şahsen desteklemem. Alkolizmle savaşmak başka, içki yasağı daha bambaşka şeyler. Ben içmem, limonatacıyım; içene de karışmam, o kadar.

Evet laikçilerimizin biraz safça bir tabiatı var; bazı şeylerin imâsı bile onları tedirginleştiriyor, paniğe kapılıveriyorlar; hatta duydukları ürküntü zaman zaman onları çocukça tepkiler vermeye de itiyor fakat, seçtikleri hayat tarzına müdahalede bulunulmadan geleceğe bakmak endişelerini yatıştırmak hükümetlerin temel görevidir.

Adam tutmuş rakıya güzelleme yazmış, hayrettir, güzel de yazmış; rakı "milli"dir diyor, asildir, âdâb-ı muaşerettendir diyor. Bir diğeri şarapçı takımından (Şarapçı kavramını hakaret kasdıyla seçmedim, rakıcı değil, şarap seven mânâsında okunmalı), Türkiye'de şaraplık üzüm yetiştirme ve şarap kültürünü yaygınlaştırma ülküsüne kendini adamış. Her ikisine de fikren katılmam mümkün değil fakat inandıkları ve tutundukları hayat tarzının temel göstergelerini dillendirme haklarına saygı göstermek gerektiğini düşünüyorum. Huz mâ safâ, dâ ma keder!

Birbiriyle çatışır hale getirmeden farklı hayat telakkilerine hayat hakkı tanıyabilmemiz gerek. Görünürdeki ideolojik kamplaşma ve çatışmanın büyük kısmı yanlış mesaj vermekten ve hatalı algıdan kaynaklanıyor. Laikliğin içini açıp doğru dürüst bir tahlilini yaparak "Kavga nereden başlıyor?" sorusuna cevap aradığınızda, meselenin laikliğin veya dindarlığın bizatihi kendisinden değil, yanlış algı ve izahlarından kaynaklandığını görüyoruz.

Öyleyse Başbakan, "her zamankinden ziyade birlik ve beraberliğe muhtaç olduğumuz" şu günlerde, içkiyi laikçi hayat tarzının köşetaşı gibi gören vatandaşları da kazanmayı gündemine almalıdır; o kadar zor değil. Onların da kendi geleceklerine güven ve ümitle bakmaya hakları var çünkü.