Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

İlk kitaplığım bir kara üzüm sandığı idi; şimdiki kitaplığım ise ilkinden pek farklı sayılmaz!

Kara üzüm sandığı ne demek; büyük şehir çocukları bilmeyebilir, yine mevzu dağılacak ama önemli değil toparlarız. Efendim Anadolu ahalisi kabaca üç türlü üzüm kurutmasına iltifat eder. İlki İzmir yöresinin ufak çekirdeksiz ve açık renkli üzümünün kurutulmuşudur ki bizim havalide buna Kişmiş derler. İkincisi Malatya ve Adıyaman civarında yetişen iri, oval taneli Besni üzümüdür. Üçüncüsü ise bildiğimiz kara üzümün kurusu. Bu üzüm kansızlığa, lohusalara vesaire çok iyi gelir ve akıllara ziyan derecede güzel hoşafı olur. İşte bu kara üzüm 30'a 60 ebadında ve 15 santim derinliğinde kavak kerestesinden biçilmiş uyduruk kutulara konularak ticareti yapılır. Vaktiyle dedemiz bakkallık yaptığı için sayısı üçü-beşi geçmeyen kitaplarıma mekân olarak ben de üzüm sandığını seçmiştim. Bu akıllı bir tercihti; çünkü canım istediği zaman kitaplığımı koltuğuma alıp gezmeye çıkarabiliyordum.

Şimdiki kitaplığım elbette bir üzüm sandığı kutrundan daha büyük ama mobilya değeri olarak hâlâ kara üzüm sandığından daha vasıflı olduğu söylenemez. Vaktiyle bir "mütayit" arkadaşın hatırlatması üzerine kelepirden bir ev sahibi olmuşuz, sağdan soldan haylice borç tedarik etmişiz ve neyse ki o esnada evin diktatörü ile aleni pazarlığa girişip, "Odalardan birini kitaplara tahsis etmezsen bu iş yatar" diye tehditler savurmuşuz.

Gayrı insafa gelip acıdığından mıdır, "Şimdilik ses çıkarmayım, ilerde nasıl olsa hallederim" diye ince İsmet paşa politikaları geliştirdiğinden midir bilinmez, o da razı olmuş. E, yeni eve kitaplık lazım, yani bir mobilya türü olarak kitaplık.

Kitapsever birkaç kuzenim var, onlarla çaktırmadan mobilya mağazalarını teftişten geçiriyoruz; öyle fiyatlar çekiyorlar ki zanneden XVI. Louis tarzı salon takımına müşteri olduğumuzu zanneder.

Aklın yolu bir. Hemen büyük boy kareli kağıt alıp kitaplığa ayrılan odanın enini boyunu, duvar ebatlarını 1'e 10 nisbetinde kroki haline getirip, mümkün olan en fazla sayıda kitap alabilecek bir taslak hazırladıktan sonra kaplama sunta fiyatlarını öğrenip üç aşağı beş yukarı "geliştirilmiş üzüm sandığı ayarında ev kitaplığı"nın asgari maliyetini hesaplıyoruz.

Sudan ucuz değil ama mobilyacıların söylediği rakama göre zekât nisbetinde bir rakam çıkıyor.

Marangoz tanıdık. Çizimleri götürüp vaziyeti izah ediyoruz. "Hallederiz, kolay" diyor.

Odanın üç duvarını kitap rafıyla çevirip köşeye bir de okuma divanı çökerttiğimiz günün akşamı. Marangozu az evvel uğurlamışız. Kunduracı Faruk'la odanın çıplak tabanına oturup eserimizi seyrediyoruz; öyle ki gören Deli Petro'yu nice masrafla inşa ettirdiği Hermitage Sarayı'na taşınırken geçirdiği vecd halini hatırlayacak. Bir kere ne kadar dandik, ne kadar ucuza getirilmiş olursa olsun sadece kitap muhafazasına tahsis edilmiş olması bakımından profesyonel bir kütüphane bu. Bu odaya çamaşır asılmaz, bu odada pirinç ayıklanmaz, bu odada misafirlerin yaramaz çocukları fink atamaz filan gibi iç tüzük maddeleri geçiyor kafamdan. "Bir anahtar yaptırayım" diyorum, "ben yokken kimse giremesin."

Çocukça fikirler tabii; gerçekçi değil. Nitekim meseleye âşina ev hanımları, yukardaki satırları okurken, "yok daha neler" diye düşünmüşlerdir eminim. Bırakınız anahtar yaptırmayı, kapıyı örtmek bile nasib olmadı. Yine de gururlu ve mutlu idim. Mobilya olarak sıfırdı ama kitaplıktı. Elceğizimle bütün raflarını sabunlu bezlerle sildim (tam emin değilim, bu işi belki de temizlik yaklaşımıma yeterince güven beslemeyen bir başka personel yapmış olabilir), kuruladım. Kitaplarımı, ezeli ve ebedi kitap taşıma ambalajı olan kolilerden tek tek çıkarıp tozlarını aldım, mümkün-mertebe bütünlüğüne riayet ederek yerleştirdim.

Mühim bir eksiğim vardı ama telaffuzu bile zordu; tanıyanlar bilir, ben eski kekemelerdenim zaten: Masa eksik efendim, bir çalışma masası lazım bu odaya. Yerini hazırlamışım ama masa yok.

N'aapacağız; siyasetin mektebinde okumaklığımız ilk defa işe yarıyor,

-Bu evin bir mutfak masasına ihtiyacı var arkadaş, diye yüksek perdeden atıp tutuyorum. "Ben artık bu eski yemek masasına katiyyen oturmam, atalım bunu, gidip yenisini alalım, borçsa borç, çalışır öderiz!"

Taktik harika olunca sonuç kendiliğinden geliyor. "Atmaya ne gerek var, at gibi sağlam masa; ihtiyacı olan birine veririz" diyecek oluyor. Sevinmiş gibi görünmeden ağırdan alıyorum, "Aslında bir de çalışma masası almam lazım ama, istersen bunu kitaplığa koyup kullanalım bir süre" diye mırıldanıyorum.

Netice mâlum!

On iki kişilik yemek masası olarak beş para etmezdi ama masa, kitaplık odasına girdiği andan itibaren sınıf değiştirip farklı bir çehre kazanmıştı.

A, yer bitivermiş, halbuki ben bu yazıda evlerimizdeki derme-çatma kitap raflarına artık bir mobilya asâleti kazandırmanın lüzumundan bahsedecek, salonlardaki abur-cubur mobilya şeysileri için astronomik derecede paralar harcamaktan çekinmeyen ev hanımlarını, kitaplık türü mobilyalara daha çok fon ayırmaları için insafa gelmeye davet edecektim.

Tüh!