Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Bilim ve din zıtlığı, Avrupa'nın ortaçağlarından kalma bir çatışmadır ve İslâm dünyasını kesinlikle ilgilendirmiyor; bizim bilime yaklaşımımız, onu Allah'ın sünnetlerini kavrayıp anlamak için sınırlı bir araç olarak kabullenmek noktasındadır; kaldı ki bilme, düşünme, mukayese etme, araştırma gibi faaliyetler ise bizzat Allah tarafından son derece kesin bir ifade ile farz kılınmış ibadetler zümresinin en başında gelmektedir. Böylece modern bilim dediğimiz araştırma süreçleri, bulguları ne olursa olsun neticede İslâmi öngörünün içinde kalır.

Önce, okuyucu Abdussamet Okur'un tenkidini hatırlayalım; "Çevrecilik dini niçin bâtıldır" başlıklı yazıyı değerlendirirken diyor ki, "Çevreciliğin seküler bir anlayış olduğunu ifade eden yazar nedense kendini seküler bir dilden kurtaramıyor. Bu çerçevede tabii kaynaklar diye bir kavram kullanıyor. Oysa İlahi Rahmet'in sınırı yoktur. Sahip olduğumuz her şeyi Rahim-i Mutlak verirken 'imkanları sınırlı olan tabiat' neyin nesi oluyor. İş tabiata kalsa bir lokma bile bulamazdık. Bu determinist dilden ne zaman kurtulacağız?"

Bu tenkidi ciddiye alıyorum çünkü, bilimle meşgul olmak ile dinibütünlük arasındaki ilişkileri tahlil etmeye güzel bir vesile teşkil edeceğini düşünüyorum.

Abdussamed Okur, netice itibariyle haklıdır çünkü sebep ve sonuç ilişkilerinin mantığına göre bir hadiseyi izah eden herkes, meseleye karşıdan bakınca "seküler" görünen bir anlatım tarzına riayete mecburdur; nitekim tabii kaynakların sınırlılığı meselesinden söz etmek zorunda iseniz, meselâ dünya üzerindeki su kaynaklarının, toprağın, havanın, organik yakıtların sonsuz miktarda tasarrufumuza verilmediğini anlatırken teknik, ilmî ve verilere dayanan bir ifade kurmak gerekir. Meselâ dünyanın üçte ikisi suyla kaplı olduğu halde suyun sınırlı bir tabii kaynak teşkil ettiği, eskilerin tâbiriyle bedâhet cümlesindendir, açıktır; bütün tabii kaynaklar sınırlıdır. Kaynakların sınırsız olduğu paradigması yıkılalı çok olmuştur ve böyle olması bilimin doğruladığı bir hakikattir. Bu hüküm, eğer çok lâzımsa seküler bir söyleyiştir; pazardan aldığınız elmanın bir kilogram ağırlık çekmesi de öyledir ve bu hükümden hareketle, bizi yaratan Kudret'in sınırlılığına (!) vâsıl olmak zihnen yanlıştır.

Bilim bize eşyayı tanımamız, nitelememiz, mâhiyeti hakkında bilgi sahibi olmamız için bir takım araçlar sunuyor; bu araçların mutlaklığını ileri sürenlerle hiçbir zaman fikir birliği etmedim, zira bilimin bize verdiği araçlar insan eseridir; insan ise "sınırlı" bir yaratıktır: Bakara suresinin 255. âyetinde "İnsanlar O'nun bilgisinden, bizzat kendisinin dilediği dışında hiçbir şeyi kavrayıp kuşatamazlar" denilirken, İsra 85'de ise açıkça, "ve size ilimden sadece az bir şey verilmiştir" ifadesine yer veriliyor; bu âyetlerden açıkça anlıyoruz ki sınırlı bir yaratık olan insan, sadece Allah'ın kudretinde bulunan 'mutlak'ı asla ihata edemez ve insandan mutlak sıfatını haiz herhangi bir şey sâdır olamaz. İnsanın eseri bu dünyada daima sınırlı, izafi ve âyette denildiği üzere "az bir şey olmaktan öteye geçemez. Mutlaklık, hangi mânâda iddia edilirse edilsin, İslâmi bilgi nazariyesine göre şirk olur. Bu iki âyetle çerçevelenmiş olan bilgilenme sınırı, her Müslüman için epistemik (bilgi felsefesi, bilginin ne idüğü ile uğraşan felsefe dalı) bir nas (dogma) teşkil eder. Öyleyse insanın bu dünyada yapıp edebileceği ve tasarrufta bulunacağı şeylerin alanı 'az bir şey'le mahduttur ve bu az bir şey, bugüne kadar insanların bilim yoluyla elde ettiği ve edeceği bilgilerin tamamını kapsar.

Tekrar hatırlayalım:

-İnsan sınırlıdır

-Yeryüzü ve onun sunduğu maddi imkanlar da sınırlıdır

-Ve en önemli nükte: Bu iki unsur ile sınırlı bulunmamız bizatihi Allah'ın kanunudur (Sünnetullah).

Yani, bilim dediğimiz birikim, bir Müslüman için Allah'ın öngördüğü ve bu öngörünün dışına taşmasına imkan ve ihtimal bulunmayan bir başka sınırlılık alanını ihtiva eder; ne var ki insanların bilim kavramını anlayışlarında farklılıklar vardır: Bazıları bilime, mutlak olanı bile anlayıp insanın tasarrufuna sunacak bir araç olarak bakarak onda sınır tanımayan bir gelişme kapasitesi görürler. Bu bir yaklaşım biçimidir ve bilimle uğraşan bazı insanlarda böyle bir epistemik kanaat mevcuttur; ne var ki bu satırların yazarı bu yoruma hiçbir zaman katılmamıştır.

Şimdi meselenin öteki tarafını ele almalıyız; her bilim, kendi alanı içinde lâdini, yani seküler bir araştırma tavrı geliştirmek zorundadır. "Su, deniz seviyesinde 100 derecede kaynar" demek, bu olgunun Allah'ın iradesi ve hükmü dışında bağımsız olarak gerçekleştiğini ileri sürmek anlamına gelmez. Bu bakış açısına göre bilim, Sünnetullah'a yaklaşmak, Sünnetullah'ı öğrenmek ve mümkün olduğunca bilmek cehdidir, dolayısıyla tabii kaynaklarımızın sınırlı olduğunu ileri sürmek, Allah'ın şânına gölge düşürmez çünkü bizzat O böyle murad etmiştir, nitekim Araf suresinin 24. âyeti, insanın dünya hayatını şöyle niteliyor: "Kiminiz kiminize düşman olarak inin. Yeryüzünde belirli bir süreye kadar mekan tutmanız ve nimetlenmeniz öngörülmüştür." Üstelik insan, dünya hayatında hep zıtlıklar içinde yaşamak zorunda bırakılmıştır (Tîn suresi, 4 ve 5. âyetler).

Bilimin seküler bir üslup kullanması, bilim bulgularının seküler mahiyette tezahür etmesi ve anlaşılması anlamına gelmez; seküler üslup sadece incelenen olguyu izole etmek için, eskilerin tâbiriyle "ağyârını mâni, efradını câmi" hale getirmek için tercih olunan bir usuldür. Bilgisayarımız ârızalandığında sebebini evvelâ "teknik", yani seküler bir çerçevede ararız; elektrik mi kesilmiştir, disk sürücüsü mü arızalanmıştır, bu gibi ihtimalleri yoklarız ve bu yaklaşım 'din'in dışına düşmek değildir; olguyu anlamak için kullanılan geçici bir izolasyondur (tecrid). Öğretmenler, bilim adamları bu yüzden bir meseleyi anlatırken dinî kimliklerini askılıkta bırakır, konuları, o konunun gerektirdiği determenistik çerçeve içinde kavratmaya çalışırlar ama bu yaklaşım biçimi onların, olup biten herşeyi determenist bir kanuniyetle kavrayabileceklerine karine teşkil etmez. Bilimin halen müphem bıraktığı, yaklaşamadığı, yaklaşmış olsa bile künhüne eremediği meselelerin sayısı azalmak yerine artmaktadır. Yağmuru önce bulutlarla izah ederiz, yağmuru buluta bağlamak da seküler bir izahtır ama yağmurun yağması Allah'ın kanunu ve sünnetidir, çünkü o bizi nimetlendirmese (En'am 6), yağmur kavramını ve vakıasını asla bilemeyecektik.

Bilim ve din zıtlığı, Avrupa'nın ortaçağlarından kalma bir çatışmadır ve İslâm dünyasını kesinlikle ilgilendirmiyor; bizim bilime yaklaşımımız, onu Allah'ın sünnetlerini kavrayıp anlamak için sınırlı bir araç olarak kabullenmek noktasındadır; kaldı ki bilme, düşünme, mukayese etme, araştırma gibi faaliyetler ise bizzat Allah tarafından son derece kesin bir ifade ile farz kılınmış ibadetler zümresinin en başında gelmektedir. Böylece modern bilim dediğimiz araştırma süreçleri, bulguları ne olursa olsun neticede İslâmi öngörünün içinde kalır.

Ancak dinî ilimlerdir ki, bir başka kavrayış ve yaklaşım biçimiyle ele alınırlar; dinî ilimler peşin kabule, yani imana dayanırlar ve modern ilimlerle bu bakımdan farklı yapı arzederler.

Abdussamed Okur'a, bazı okuyucuları bu konudan haberdar etmek fırsatını verdiği için teşekkür ediyorum; belki böylece usul meseleleri hakkında başka kaynaklardan bilgi derleyerek daha etraflı ve doyurucu bir kanaate ulaşabilecektir.

AKLINIZDA BULUNSUN: FEVKALADE BİR DERGİ: CHRONICLE

Derginin adı Chronicle; Türkçesi, "tarihi kayda geçirmek için tutulmuş zabıtlar" demek. İstanbul'da, üç aylık periyotla yayınlanıyor ve biyografi'yi kendisine uzmanlık kulvarı olarak seçmiş bulunuyor. Hüküm mübalağa mıdır bilemem fakat bence Türkiye'de yayınlanan en iyi biyografi dergisi Chronicle'dır. 4. sayısı geçenlerde yayınlanan Chronicle, ilk planda şöhretli, adı kitaplara geçmiş şahıs ve ailelere yakından bakış imkanı sağlamakla yetinmiyor, hikayesi saklı kalmış, sıradan ama renkli hayatlara da yer veriyor. Türkiye'de burjuvazi sınıfının kökleri hakkında ciddi, dolgun ve etraflı bilgiler sunan Cronicle dergisi, sadece tarihçiler için değil, konuya meraklı herkes için vazgeçilmez bir kaynak değeri taşıyor.

Derginin ilk tenkid edilecek yanı ismi (Türkçe olmalıydı!), ikincisi ise (www.hayatinseyirdefteri.com.tr) isimli web sitesinin çalışmayışı. (Fazla bilgi için tlf: 0216 474 15 74)

Emeği geçenleri samimiyetle tebrik ederim. Helâl olsun.