Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Değişmek, mesafe almaktır; tarihle ilgilenmek, değişimi farketmenin kaçınılmaz yollarından ilki.

Ne var ki tarih bilgisi, kendi başına nötr ve olguları olduğu gibi aksettiren bir vizyon vermiyor; tarihe eğilirken hakikatle yüzyüze gelmeye ve onun bütün sonuçlarını olduğu gibi kabullenmeye hazır bir hâlete bürünmek gerek. Hakikate saygılı olmak, ideolojik düşünce kolaylıklarına alışanlar için zahmetli ve kafa konformizmini ortadan kaldıran bir tavır. "Hakikate ihtiyacımız var mı?"; "Hakikate erişmek uğruna bedel ödemeye hazır mıyız?" ve son tahlilde: "Hakikat ne işe yarar?" sorularına kendi içimizde namuslu cevaplar bulmadıkça felsefî labirentlerin serin çay bahçelerinde bir semaver sohbetinin cazibesine kapılıp nihai hedeften uzaklaşmak o kadar kışkırtıcı ki! Tarih bilgisinin tamamen kullanışsız ve yanıltıcı hale gelmesi de mümkün: Neyi görmek isterseniz ona bakarsınız. Tarih, aynı suale farklı cevaplar verebilir; tabii kendinizi aldatmaya rıza gösteriyorsanız.

Değiştik; peki hangi istikamette değiştik ve bunun anlamı ne?

"You can't buy us with your dollar!"

Bir fotoğrafa bakıyorum: Sene 1968. 6. Filo'nun İstanbul ziyaretini protesto eden solcu üniversite gençliği, bir bağımsızlık manifestosu gibi dalgalandırdıkları pankartlarla yürüyorlar. Kılık kıyafet henüz mazbut, takım elbiseliler bile mevcut. Saçlar subay traşı stilinde kesilmiş, sakallı yok, hatta bıyıksızlar ekseriyette. Önde iki kravatlı, takım elbiseli delikanlı Atatürk'ün portresini taşıyor; arkada "Türk Bayrağı". Fotoğrafın arka planında iki pankartın üzerinde yazılı olanlar güç—belâ okunabiliyor: İkisi de İngilizce (çünkü Amerikalılar İngilizce anlayabiliyorlar!): İlki, "Yankee go home!", tercümeye hâcet yok; bal gibi Türkçe. Anlıyoruz ki 6. Filo evine dönerse, antiemperyalist mücadelede çok önemli bir merhale aşılmış olacak; âlâ! İkinci pankart daha önemli (eğlenceli de diyebilirdik): "You can't buy us with your dollar!" Nasıl? Eğleniyor musunuz, yoksa benim gibi içiniz mi burkuluyor: "Bizi dolarlarınızla satın alamazsınız!" diye haykırıyor üniversite gençliği. Bu ihtarın muhteviyatından, dolarla gençliği satın almaya niyetlenen birilerinin ha bire faaliyette bulunduğu anlaşılıyor. Tepki, tam da o günlerde vizyonda bulunan yerli filmlerdeki fakir ama mağrur delikanlının, müstakbel fabrikatör kayınpederine diklenmesini andırıyor: "Aşkımı parayla satın alamazsınız", "Niçin oğlum, bak paraysa para, miktarı sen söyle ve kızımın peşini bırak!", "N'asla, aşkımın değeri sizin kirli paranızla ölçülemez!" filân.

Sahi bir toprak meselemiz vardı?

Bir başka fotoğraf: Gençler bu defa 24 Temmuz'da öldürülen Vedat Demircioğlu'nun cenaze töreni için yürüyorlar. Önce mâlum pankartlar: "6. Filo defol!", "Kahrolsun Amerika", "Vedatlar tükenmez". Resmin yan tarafında iki pankart daha okunabiliyor, diyor ki, "Köylüye toprak yok / ABD üslerine toprak çok", diğeri de anlamlı "Montaj sanayiine hayır". Unutmadan ilave edelim; göstericilerin kılık—kıyafet ve saç stilleri hâlâ mazbut. Demek ki "devrimci gençlik" o günlerde henüz uzun saç ve kirli sakal, buruşuk pantolon ve gömlek, kışın postal, palaska ve parka akımını Latin Amerika'dan ithal edememiş.

O günlerde "memleketin kurtuluşu" için sol entelijansiyanın vardığı en dâhiyâne keşif toprak reformu; ağaların elindeki toprak marabaya dağıtıldığında memleketi kurtarıyoruz. Solcu gençler, köylüye verilmeyen toprağın ABD üslerine selsebil edilmesine tepki göstermekte haklı: Türkiye bunun için bir türlü kalkınamıyor çünkü. Toprak reformunu bir yapsak iş tamam ve sosyalist iktidar çantada keklik! Nitekim o günlerin CHP Genel Sekreteri Bülent Ecevit, 11 Ağustos 1969'da düzenlediği basın toplantısına başlamadan önce âdet olduğu üzere önündeki kristal bardaktan bir yudum su içtikten sonra, "Sayın basın mensupları, Toprak işleyenin su kullananındır" diyecek ve bu cümle Türkiye'de (mübalağa etmiyorum; gençler büyüklerine sorabilirler) tam on yıl konuşulacaktır. Kupürün kenarındaki metinde Ecevit'in şöyle konuştuğu belirtiliyor: "1969 seçimlerine iktidar umuduyla değil, bilimsel ve halkçı bir düzen değişikliği iddiasıyla girdiklerini belirten Bülent Ecevit, CHP'nin köylüyü kalkındırmayı hedefleyen toprak reformunun nasıl uygulanacağını anlattı. Toprak ağalığı ve su ağalığına son vermeyi öngören programın sonuç bölümünde..."

Ah o ideolojik sâfiyet; neredesin?

İşte o günlerde sosyalist kanaat önderleri üç aşağı—beş yukarı bu fikirleri terennüm etmekte, harıl harıl köy romanları kaleme alınmakta, köy filmleri çekilmekte, "her köye, yol, su, elektrik, sağlık ocağı" hedefi peşinde koşulmakta ve şairler ha bire "ırgat—maraba" temaları etrafında dönüp duran "dize"ler yazmaktadır.

Büyük ihtimalle o gösteri yürüyüşlerinde hâzır ve nâzır bulunan nice "68'li"nin bugünlerde öfkeyle "İstanbul'u işgal eden kıro sürüleri" edebiyatı yapmasında bence tutarsızlık yok: O günlerde toprak reformu yapılabilmiş olsaydı, köylü köyünde gül gibi geçinecek, o esnada kendiliğinden "çağdaş uygarlık düzeyi"ne vâsıl olacak, Ayşeler, Güllüler "mal"ın ahırını temizledikten sonra gübre süpürgelerini bırakıp yan flütlerini, "lir"lerini ele alacak ve Türk Beşlisi grubunun köylüler için bestelediği Çeşmebaşı operetinden mezürler terennüm edecek; genç kızların "sanatsal" eylemini farkeden köy delikanlıları derâkab sırtlarında gezdirdikleri mandolinlerini, gitarlarını çekip onlara refakat edecekler, bu cümbüşe dayanamayan köy muhtarı ise aşka gelip köy odasındaki Steinway kuyruklu piyanonun maun kapağını kaldırarak, gençlere akor tutmaya başlayacaktı!

Böylece evli evinde "köylü köyünde" kaldığı için İstanbul işgale uğramayacak ve artık nesilce çaptan düşmeye başlayan 68'liler de daha nezih ortamlarda, bu defa tahkime karşı çıkacak, üçüncü köprüyü protesto edecek ve Yargıtay Başkanı'nın konuşmasının mazmununa silah çekebileceklerdi.

Ne ararsanız onu bulursunuz

Peki, "Montaj sanayiine hayır!" sloganına ne buyrulur? Montaj nitelikli de olsa sanayi sanayidir ve o beğenilmeyen montaj sanayii sayesindedir ki 60'lı yıllarda Türk köylüsü şehirlere gelip proleterleşmeye başlayacak, sendikalist aort damarının çeperlerini dolduracaktır. Peki montaj sanayii kötü ise, "iyi sanayi" ne olsa gerek diye düşünebilirsiniz? Acaba pankartçılar "sanayi" fikrine mi karşı çıkıyorlardı, yoksa "ağır ve gerçek sanayi" kuruluşlarını mı özlüyorlardı? Hangisini temenni etmiş olurlarsa olsunlar, o protestonun 30 senelik bir zaman dilimi içinde bu kadar fersûdeleşivermesi hazindir.

Eminim ki o birkaç karelik fotoğrafa bakan sosyalist dostlarımız, benim gördüğümden daha başka şeyler göreceklerdir; tabiidir. Esasen bu satırları kaleme almaktaki maksadım 68 kuşağını "ti"ye almak değil; hatâ insânî bir şeydir. Aynı hatâyı kerrât ile tekrarlamak bence bozukluk alâmetidir. Nitekim 68'liler kuşağı içinde büyük bir fikir nâmusuyla hatâlarını itiraf edenler de var ve netice itibariyle onlar da bizden bir cüz teşkilediyorlar. Onların yanılgısında bize de bir hisse düşüyor; hattâ belki daha fazlası. 1968'lerde yüzbinlerce gencin veya onlardan sayıca daha az aydının samimiyetinden şüphe etmek gerekmez ne var ki talihe önyargısız bakmak, bundan sonrası için doğru bir orientation oluşturmak için şart ve faydalıdır.

Bu defa "sol fotoğraflar"dan bahsettik; "sağ fotoğraflar" gelecek sefere!