Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Saddam'ın yargılanmasına başlandı: Tabiat kanunudur; güçlü olan zayıfı yargılar. Vaktiyle Saddam'ın da mahkemeleri vardı. Adalet kavramının arkasına geçerek keyfîlik yapmak vahşetten de öte bir şey.

Güçlü zayıfı yargılar dedik; yargılamak, nihai tahlilde bir şeyin adını koymaktır; isim verdiğiniz şeyin sahibi olursunuz. Ne yazık ki yüksek hukuk değerlerinin vicdandan başka teminatı yok; güç, hukuku bozuyor, yedeğine alıyor ve yönlendiriyor. "Hukuk devleti" kavramının çıkmaz sokağı işte burasıdır. Müteal hukukun hükümfermâ olacağı yer, dünya üzerinde bir arz parçası değildir; adaletsizlikten yangın gönüllerin hesabını "rûz-ı mahşer"e havâle etmesi işte bu yüzden.

Hayır, sözü AİHM'ye getirecek değilim; Avrupa'nın lügâtinde "rûz-ı mahşer" yok. Dinini bile soğan gibi soyarak sekülerleştiren Avrupa'nın yüksek hukukun vicdânı olabilecek değerleri ve kadroları üretemediği artık mâlum. Avrupa "asrın hukuku"nu üretmek ve egemen kılmakta başarılı. Asırların hukuku söz konusu olduğunda, kendi tarihi Avrupa'yı mahkûm ediyor. "Geçmişe değil, geleceğe bakmak gerekmez mi?" denilebilir; ne geleceği? Avrupa'nın geleceği geçmişindedir. AİHM'ye bel bağlayanlara "günaydın" diyerek AB'nin rüyâsına hırsızlama girmeye kalkışanlara da aynı akıbeti ihtar edelim; o kâzip bir rüyâdır; Avrupa ile kurulabilecek en güzel münasebet biçimi ise eşit statüye dayalı komşuluktan ötesi değildir.

Güçlü zayıfı yargılıyor; bir süre önce Bush, Saddam'ın biyolojik silah sakladığı gerekçesiyle Irak'ı işgal etti; gerekçesi fos çıktı ama güç onda olduğu için kimse sesini çıkaramadı. Şimdi de İran'ı "terörist" olmakla itham ediyor; itham da değil "ilâm", sayınız ki mahkeme kararı. Bush İran'ı yargılıyor ve cezasını infâz edecek. Bugün maznun iskemlesine oturtulan İran'a bakıp, "biz hem laikiz hem de ABD'nin müttefikiyiz; bize bir şey olmaz" demeyelim; yargı kararı, ABD üst yönetiminin iki dudağının arasındadır ve olabilecekler şimdiden bellidir. Günün birinde bölgede Amerikan çıkarlarına ciddi surette engel olmaya kalkıştığımızda bizim de niteleneceğimiz sıfat, başka bir şey olmayacaktır: Terörist!

Cemiyet-i Akvâm'ın ve daha sonraları Birleşmiş Milletler'in temelinde yüksek insanlık ideallerinin, müşterek ve milletlerarası hukuk haline getirilmesi ülküsü vardı. İkinci Dünya Harbi başladığında Cemiyet-i Akvâm yerle bir oldu ve yerine Birleşmiş Milletler kuruldu. Bu teşkilât ABD'nin son Irak saldırısı ile itibar ve izzetini kaybetti. Bugün anlıyoruz ki BM'nin varlık sebebi, aslında müşterek ve yüksek bir hukuk inşâ etmek yerine, Batılı devletlerin her iki dünya harbinde olduğu gibi birbiriyle kapışmalarını engellemekmiş.

BM, bugün adı var kendi yok bir teşkilâttır ve bu görevi artık fiilen NATO üstleniyor; ne var ki NATO, BM'ye göre daha dar bir karar mekanizmasına sahip; NATO'nun güvenlik konseyi yok, veto hakkına sahip imtiyazlı üyeleri yok, anayasası yok. Görünüşte Türkiye bile karar cihazının içinde ama nihai karar itibariyle fiilen NATO'nun ABD'ye bağımlı olduğunu biliyoruz. NATO dün komünizme karşı mevzilendirilmişti, bugün de terörizmi kendisine hedef seçmiştir ve dünyanın her yeri artık NATO'nun görev alanıdır.

"Kaplanın sırtında olmak, pençelerinin önünde olmaktan iyidir" hesabından başka alternatifimiz kalmamış. Tehlikeden emin olmak için ABD üst yönetiminin "terörist" dediğine bizim de "gayet tabii, hem de teröristin daniskası bunlar!" diye iştirak etmemiz gerekiyor.

Kafayı "aydınlanma" edebiyatı ile bozmuş gericilerin "ilerleme" palavralarına bakmayın siz; insanlar avcılık ve toplayıcılıkla geçimlerini temin ettikleri devirlerde de milletlerarası hukuk bundan pek farklı değildi!