Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

"Biz Türkler şöyleyiz, biz Türkler şunu yaptık, bunu yapamadık..." ibâreli cümleler kurarım yıllardır; okuyucunun kısm"ı küllisi bu gibi cümlelerde geçen "biz Türkler"i işâretlemesinin, ne etnik ne de milliyetçi bir gönderme taşımadığını hissediyor olsa gerektir ki içlerinde bu tabiri mesele yapan pek az. Gençliğimi "milliyetçi"ülkücü" mahfillerde geçirmiş olmaklığım hususunda hiç perhiz"i kelam etmedim: Okuyucu bilmeli bu gibi şeyleri.

Hepimiz bu ânın evlâdıyız âmenna fakat geldiğimiz bir yer var ve bu sır değildir. Zaman içinde varlığınızın koordinatlarını gözden geçirir, tashih etmek ihtiyacı duyarsınız ki pek tabiidir. Eğer işiniz bütün imkânları devreye koyarak gerçeğe erişmek, en azından onu hissetmek ise, duruş yerinizi (standpoint) değiştirmelisiniz zira mânâ, duruş yerine göre biçimlenir, duruş yerini değiştirdikçe gerçeğe dair bilgiler artar ve vasıflarında bir değişiklik olur. Mümkün olan en yüksek sayıda yerden eşyaya bakabilmek, eşyâ hakkındaki bilginin miktarını ve evsafını artıracaktır. Duruş yerini sıkça değiştirmek döneklik midir; tartışmaya bile değmez bir itham: Otomobili, direksiyonu olduğu için suçlamak gibi bir şey.

Az da olsa, "konuya hep Türklerin penceresinden bakıyorsunuz; bu ülkede Kürt olmanın zorluğundan haberdar mısınız, konuya bir Kürt gibi bakmayı da denediniz mi?" yollu sitemler gelir bazen, üzülürüm. "Biz Türkler" derken, ucuzundan fırkacılık, pespâyesinden etnik böbürlenme peşindeymişim gibi anlaşılmak üzücüdür. Milliyetçiliği parti programının mezesi zannedenlerin kanımdan şüphe etmesine rağmen, etnik kimliğini şahsiyetinin en parlak unsuru sayanların da kavmiyetçilikle itham ettiği biri olmak kolay değil; her zaman gülüp geçemiyorsunuz.

Anlaşılır olmak için herkesin kullandığı kelimelere müracaat etmek anlaşılırlığı artırmıyor, bilakis muğlaklaştırıyor. İçine insanı sığdıramayan dil ne işe yarar? Vaktiyle lügâte ihânet etmiş olmanın bedelini, lügâtin ihânetine uğrayarak ödüyoruz; kelimeler vuzuha hizmet etmiyor, vuzuhu karnından bıçaklıyor.

"Biz Türkler" lâfzı, benim için sahicidir ve bu tabirdeki sahiciliğin hakikatine ermek için mukayeseli tarih ve kültür görgüsüne, birikimine ihtiyaç var. Milli aidiyetlerle övünmek istasyonlarından geçeli çok oldu; o yüzden hâlâ o istasyonlarında tren bekleyenlerin anlayışsızlığını tabii kabul etmek gerekir. Övünmek değil mesele, kendine güven duymak, hatta kendini kontrol edebilmek iktidarı. Türkiye'de "biz Türkler" ibâresiyle başlayan bir cümle kurmanın ne türlü fikri sıkıntılara yol açtığını tahayyül ederseniz anlayabilirsiniz. "Biz Türkler" lâfzı, tarihi tesbitlere daha ziyade göndermelerde bulunan bir varlık alanı tâyinidir; bir savaş parolası, bir etnik dayanışma şifresi değil. Dünya denilen gezegenin hâl"i hâzırına bakılarak arz üzerinde mevcut öbeklerden en târif edici olanlardan bir topluluğun adıdır Türkler ve bu kelime zannedilenden çok daha fazla unsuru içtimâ eder; beşeriyetin anlık fotoğrafına bakılarak çıkarılmış bir hüküm de değil; kökü ve geleceği vardır. Bazen tek başına şark dünyasıdır o, bazen İslam'ın ta kendisi, kimi zaman anti"emperyalist, âdil ve barışçı bir dünya tasavvurunun özel ismi. Tarih, bu kavramı, çok garip ve bugünün bakışıyla kolay anlaşılmayacak halitalarıyla yoğurup şekillendirmiştir. Niçin "üst kimlik deyip kurtulmuyorsun" diye sorabilirsiniz; anayasal mânâda üst kimlikten daha fazla bir şeydir de ondan... Bir Türkler lâfzı, dünyanın geleceğinde de mevcut bulunmak azminin ifâdesidir zaman zaman ve üstelik bütün mazlumlar nâmına. Hayır, "seçilmiş ümmet" filan gibi iddialı nitelemelerden söz ediyor değilim: "Mülk"ün sahibi şüphesiz Allah'tır ve onu dilediğine verir. Bu sözde "kimileri garip hatta gülünç bulsa da" bir dünya vizyonu saklıdır. "Türkiye'nin özgül ağırlığı" deyip durduğumuz şey, Türkiye'nin bilinen büyüklüğünden daha ötede bir şeydir, bir zihin hali hatta bir insanlık durumudur.

Bir kapasite var, onu hissediyor ve onu muhtemelen bizden daha iyi görebilecek ve işletebilecek olanlara işâret etmeye çalışıyoruz. Bu kapasitenin inkârı veya görmezden gelinmesi; işte odur en şedid "Hıyanet"i Vataniye Kanun"larının hışmına uğratılmasına gereken. Eğer "küfür" diye bir kavram varsa "din boyutlarının ötesinde" bu kapasiteye inanmamak küfürdür.

Dar mânâsıyla "biz Türkler", işte böyle bir dünyanın kalpgâhında yaşamaktan öte özelliği olmayan, birbirini yiyip duran, biribirine dahletmekten zevk duyan ve dilini kaybettiği için dünya üzerindeki geometrik yerini tesbitten âciz bir gürûh"ı garibiz. Küçük meseleleri, "çözmek ne kelime" açmaz haline koymakta şehevî bir lezzet bulduğumuz için etrafından bîhaber ve bu yüzden ötürü ikaz üstüne ikaza uğradığı halde kendine gelemeyen bir şaşkınlar kafilesi...

...

Hâlâ orada mısınız?