Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Klasik Yayınları, bir süreden beri dikkate değer bir dizi hatıra kitabını okuyucularıyla buluşturuyor; “Arap Gözüyle Osmanlı” başlığı altında yayımlanan dizinin bazı kitapları şunlar: İzzet Derveze’nin “Osmanlı Filistini’nde bir Posta Memuru”, Muhammed Mahzumî Paşa’nın kaleminden “Cemaleddin Efgani’nin Hatıraları”, Kral Abdullah’ın “Biz Osmanlı’ya Neden İsyan Ettik?” isimli önemli eseri, Muhammed Kürd Ali’den “Bir Osmanlı-Arap Gazetecinin Anıları”, Emir Şekib Arslan’dan “İttihatçı Bir Arap Aydınının Anıları”, Selim Ali Selâm’dan “Beyrut Şehremini’nin Anıları” ve Cafer El-Askerî’nin “İsyancı Arap Ordusu’nda Bir Harbiyeli”...

Osmanlı Devleti’nden ayrılan Arap devletleri hakkındaki bildiklerimiz genellikle Türk ve Batılı yazarların penceresinden görünen olgu ve kanaatler. Klasik Yayınları’nın Arap Gözüyle Osmanlı dizisi, Irak, Suriye, Ürdün, Filistin, Suudi Arabistan, Yemen ve Körfez Emirliklerinin teşekkülü hakkındaki bilgi ve kanaatlerimizi bu defa “içeriden”, yani Arap aydınları ve devlet adamlarının bakışıyla karşılaştırmaya imkân vermesi bakımından doyurucu ve tamamlayıcı bir anlama faaliyetine zemin hazırlıyor.

DEDİKODU TADINDA TARİHÇİLİK OLMAZ

İsrail’in Gazze şeridinde yaşayan Filistinli Müslümanlara revâ gördüğü şiddet ve zulüm politikası sebebiyle basınımızda yer yer, 1. Dünya Harbi esnasında Arapların Osmanlı’ya ihanet edip etmedikleri, Osmanlı ordusunu arkadan ve içeriden vurup vurmadıkları meselesi tartışılmaya başlandı. Hemen belirtelim ki televizyon ekranlarında ve gazete köşelerinde bugünlerde sıkça görmeye başladığımız uluorta tarih tartışmaları, tatminkâr bir seviye göstermiyor. Tarih hakkında yapılan dedikodular seviyesinden ileriye gidemeyen bu türlü programlar, gerçeği netleştirmekten çok bulanıklaştırmaya yarıyor; bu bakımdan Arap Gözüyle Osmanlı dizisinin kitapları, tarihî gerçeğin eksik kısımlarını tamamlayıcı nitelikte çok değerli bakış açıları sunmaktadır.

KAHRAMAN BİR OSMANLI ZABİTİ’NİN “İHANET”E UZANAN HİKÂYESİ

Cafer El-Askerî’nin, “İsyancı Arap Ordusu’nda Bir Harbiyeli” isimli hâtıratında (Çev: Halit Özkan, İst. 2008, 272 s.) çok dikkat çekici unsurlara tesadüf ediyoruz. Cafer El-Askerî aslen Kerkük civarındaki Asker isimli köye mensup olduğu için bu ismi almıştır. Hatıraları, geçen yüzyılın ilk yıllarında kendinden birkaç yaş küçük kardeşiyle birlikte Musul’dan Bağdat’a, oradan yatay geçiş yoluyla İstanbul’daki Harbiye Mektebi’ne girmesiyle başlıyor. Harbiye yıllarına dair anlattıkları, İTC sempatizanı diğer genç subayların duygularından farklı değildir: Aldığı eğitimi yetersiz bulur, Sultan Abdülhamid’i eleştirir, maaş ödemelerindeki düzensizlik yüzünden orduda rüşvetin nasıl yaygınlaştığını anlatır. El Askerî, teğmen çıktıktan sonra Arap vilayetlerinde görevlendirilmiştir. Meşrutiyet’in ilanını her çağdaşı gibi ümitvar sözlerle karşılayan Askerî, 1910 yılında dikkat çeken genç subaylar arasında sayılarak Almanya’ya gönderilir ve Almanya’da Enver Paşa ile tanışır. Üç yıl süreyle Alman ordusunda eğitim gördükten sonra dönüşünde ayağının tozuyla Balkan Harbi’ne iştirak eder ve harbin en tartışmalı harekâtlarından biri olan Şarköy çarpışmalarına katıldıktan sonra Halep’teki Zabitan talimgâhına tayin olunur; bu esnada erkânıharp imtihanlarını kazanan Askerî, harbin başlaması üzerine Trablusgarb’a Sünusî hareketini destekleyen gönüllü subaylar arasına katılır. Mısır’ı işgal eden İngiliz kuvvetlerini yıpratmak amacıyla gerilla harbi yapan Sünusî kuvvetleri safında çarpışırken esir düşer, birkaç defa kaçma teşebbüsünde bulunsa da yakalanır. Esareti esnasında İngilizlerden anlayış ve kolaylık gören El Askerî bu günlerde bacanağı ve eniştesi Nuri es-Said’le bir araya gelir. Hatıralarında bu dönemi “Yeni Bir Şafak” başlığıyla anlatan El Askerî, kendini Mısır’da Arap bağımsızlık ve milliyetçilik hareketine katılması için elverişli bir atmosfer içinde bulmuştur. İlerde Irak başbakanı olacak akrabası Nuri es-Said, Hicaz’da Osmanlı ordusuna karşı çarpışan Şerif’in emrine girmiştir. El Askerî de aynı şeyi yapmak için İngilizlere müracaat eder. Kendi ifadesine göre İngiliz Generali Clayton’la yaptığı görüşmede Arap ordusuna katıldığı andan itibaren savaş bitene kadar Büyük Britanya’nın düşmanlarına katılmayacağına, Büyük Britanya’ya silah atmayacağına dair bir taahhüdname imzalaması istenir:

“Belgeyi hiç tereddüdsüz imzaladım” diyen El Askerî için yeni bir şafak başlamıştır. Hâtıratının sonraki bölümlerinde Hicaz’da Osmanlı ordusuna karşı katıldığı çarpışmaların ayrıntılarına yer veren El Askerî’nin yazdıkları 1919 yılı hadiselerinde sona eriyor.

TALAT PAŞA DELİ MİYDİ?

Detaylar görmezden gelinerek özetlediğimiz bu kısa hikâye, 1. Dünya Harbi’nin mağlubu Osmanlı Devleti’nin zihni mirasçısı olarak bizlere, tipik bir “hain”le karşı karşıya olduğumuz intibaını veriyor. Osmanlı ordusuna ve milletine silahı ve hayatıyla hizmet etme sözü veren bir Osmanlı zabitinin, nasıl olup da böyle sert ve dramatik bir kırılma ânı yaşadığının ipuçlarını, yazarın hâtıratında olmamakla birlikte yayıncı tarafından kitaba eklenen “Modern Arap Uyanışı ve Sebepleri” adlı makalesinde bulabiliyoruz; bu makalesinde El Askerî, Osmanlı parlamentosunda Arap kökenli mebusların barışçı siyasi taleplerde bulunmalarına rağmen bu taleplerin kaba kuvvetle susturulduğunu ileri sürüyor ve bir şahsi hâtırasını naklediyor. Buna göre devrin Dahiliye Nazırı Talât Paşa, ıslahat talebinde bulunan bazı Arap kanaat önderlerini yemeğe davet etmiş ve sonra “böbürlenerek” şöyle konuşmuş: “Konuşmalar ve toplantılar hiçbir fayda sağlamaz. Bomba nasıl atılır, hak nasıl zorla alınır öğrenmeden Arapların isteklerini elde etmelerine imkân yoktur.”

El Askerî bu sözlerin Araplar arasında şaşkınlık yarattığını ve istihzaya uğradıkları hissini verdiğini belirterek Osmanlı ordusundaki Türk subayların Araplara yaptığı baskıdan söz açıyor; buna göre Harbiye Nezareti, herhangi bir milliyetçi fikir taşıdığından şüphe ettiği subayları Anadolu ve Rumeli’nin en ücra köşelerine göndermektedir. Buna rağmen El Askerî, daha 1910 senesinde bile Arap asıllı zabit arkadaşlarıyla birlikte “gizli bir ulusal hareket” planladıklarını söylemektedir (s. 174-175).

Arkadaşlarının bu yüzden Anadolu’ya sürüldüğünü söyleyen El Askerî hemen sonraki paragrafta “tam o sırada hükümetin askerî eğitimini tamamla”ması için Almanya’ya gönderdiğini, Nuri es-Said’in ise İstanbul’da Erkân-ı Harbiye (kurmaylık) Mektebi’ne alındığını belirtiyor; “Buna rağmen girişimlerimize ara vermedik ve Arap subaylar arasında bu fikirlerin yayılması için çalışmaya devam ettik.” diyen Askerî’nin bu satırları, o dönemi yaşayan Arap kanaat önderlerinin derin çelişkisini bir nebze olsun ortaya koymaktadır.

HAİNLE KAHRAMAN ARASINDAKİ O İNCE ÇİZGİ!

Bize göre “ihânet” görünen bu tavır değişikliğini izah etmek için Askerî, İTC yönetiminin Türkçü politikalar izlediklerini, özellikle Suriye Valiliği esnasında Arap önderlerine idam, sürgün, hapis, işkence ile zulmeden Cemal Paşa’nın davranışlarını örnek göstermekte, Türklerin “Arapları Araplara kırdırmak için buldukları hiçbir fırsatı kaçırma”dıklarını ileri sürmektedir.

Cafer El Askerî, bacanağı ve eniştesi Nuri es-Said gibi iki defa Irak Başbakanlığında bulunmuş, Millî Savunma ve Dışişleri Bakanlığı yapmış önemli bir isimdir. Harp’ten sonra Ortadoğu’da yeni Arap devletlerinin teşekkülü ve daha sonraları uğradıkları muhtelif siyasi çalkantıları bizzat yaşayan El Askerî, 1936’da vefat ettiğinde Londra Barosu’na kaydını yaptırıp Anglo-Saxon tarzı hukukçu perukasıyla fotoğraf çektirecek derecede İngiliz hayat tarzını benimsemiş bir insandı dersek, herhâlde iftira etmiş olmayız.

Kıssadan hisse şudur: Tarihin zor ve bunalımlı dönemeçlerinde ihanetle kahramanlık, bir bıçağın iki yanağı gibi birbirine yakın vaziyet alışları andırıyor. El Askerî şüphesiz Arap uyanışı tarihinin kayda değer bir ismidir fakat kendini Osmanlı hâtıralarının vârisi sayan bizler için o, Osmanlı Ordusuna ettiği sadâkat yeminini, İngiliz Ordusu lehine bozan ve vaktiyle aynı sıralarda okuyup aynı saflarda çarpıştığı zabit arkadaşlarına silah çeken bir isyancı gibi duruyor.

Bu devri yargılamadan önce, XX. Yüzyıl başlarında özellikle İngiltere’nin Ortadoğu coğrafyasında Osmanlı nüfuzunu kırmak maksadıyla “Osmanlı Milleti”ne mensup topluluklar arasında ayrılıkçı milliyetçiliği nasıl körüklediği, teşvik ettiği ve yeri geldiğinde silahla desteklediğini unutmamak gerekir. “Araplar 1. Harpte bizi arkamızdan vurdu” hükmünün altına tasdik mührü basmadan önce bilinmesi, okunması ve anlaşılması gereken daha binlerce ayrıntının mevcudiyetini unutmayalım.