Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Bugünlerde Saadet Partisi çatısında artık görünür hale gelen parti içi iktidar mücadelesinin, ilk anda akla pek gelmeyen bir anlamı daha var: Muhafazakâr kanat ve kanaatteki ayrışma, ufala-bölüne artık tarz ve şahsiyet ölçeğine kadar uzanmış bulunuyor.

Bu cümleyi açmak lâzım.

SAĞ SİYASET NEHRİNİN ÜÇ KOLU

Demokrat Parti’nin tek başına iktidar olduğu 50’li yıllar, bu yazıda kısaca “sağcılar” diyebileceğimiz o geniş ve henüz biçimsiz (amorf) kitlenin tek başına örgütlenme arayışında olduğu zamanlardır. DP, nadir istisnâlar dışında sağcılara karşı çekingen ve soğuk durmaktadır. Önce Türk Milliyetçiler Derneği, ardından sadece Milliyetçiler Derneği adını taşıyan kuruluşlar iktidar tarafından kapatılır. DP o yıllarda, kendi dışında ideolojik vurgusu güçlü sağ kuruluşların desteğine ihtiyaç duymaz.

Bugün farklı isim ve meşreplerde bulunan o günün gençleri, heves ve ümitle ışık ve gelecek gördükleri her isme, aynı beklentiyle yönelmektedirler. Sağ siyaset görünür hale gelmek için fiziki unsurlara muhtaçtır ve arayış döneminde, “bütün sağı” toparlayabilecek isimler bulmak ihtiyacı vardır. Necmeddin Erbakan, işte o günlerde parlak akademik geçmişi ve gelecek vadeden mühendislik zekâsı ile dikkat çekince, Süleyman Demirel’de aradığını bulamayan sağ çevrelerin yöneldiği başlıca isim oluverir.

Potansiyel büyüktür; lider ihtiyacı hızla tedarik edilir; önce rekabet, ardından gerginlik başlar ve sağcılar üç ana yol üzerinde toparlanarak birbirlerinden ayrışırlar:

-Kalkınmacılığı ve ilerlemeciliği doktriner hazırlığın önünde gören ve doğrudan iktidarı kullanmaya başlayan Adalet Partisi’nde temsil edilen statükoyla barışık sağ, Süleyman Demirel tarafından temsil edilir.

-Müslüman kimliğini idrak etmiş herkesin potansiyel bir seçmen olduğu fikrini keşfeden İslâmcı sağ, Necmeddin Erbakan’la temsil edilir. Dünya Müslümanları ile siyasi ve ekonomik entegrasyonu sağlamak başlıca hedefleridir ve her seçimden önce “Aslında Müslüman sayımı yapılacak” sloganı ile kendi dışındaki sağ seçmeni dinî ve vicdani bir baskı altında tutarlar.

-Milliyetçi sağ: Başlarda İslamcı sağla aralarında mesafe bulundurmaya itina gösterirler ve tabii varlık sebeplerini Türk olmakta, dolayısıyla Türklük dünyasıyla entegrasyon siyasetinde ararlar. 27 Mayıs darbesine katılan ancak komite üyeliğinden tasfiye edilenler arasında bulunan emekli Albay Alparslan Türkeş, milliyetçi sağın tabii lideri durumuna gelir.

Sağ böylece üç ana kol halinde, aynı seçmen kitlesine seslenmeye başlar; Zihnî ve doktriner mânâda mükemmel bir yol tedariki görmek, “Kervan yolda düzelir” anlayışıyla hep ertelenir ve bunun yerine özellikle genç taraftar kitlesine alelacele fikrî ve ilmî ciddiyetten inandırıcılıktan uzak, basit programlar tutuşturulur.

BİR BÖLÜNME ANALİZİ

Bu esnada AP’nin temsil ettiği büyük sağcı kitle, doktriner bir çekiciliği olmamakla birlikte pratiğe yatkınlığı ve inandırıcılığı sebebiyle sağın en büyük partisi durumundadır. Bu parti, 1965’te yüzde 53 oy alır, daha sonra MHP’ye dönüşecek CKMP’nin oy yüzdesi 2,24’tür. 1969’da AP yüzde 47’ye gerilerken hâlâ tek başına iktidardır. MHP oylarını yüzde 3’e yükseltir. 1973 seçimlerinde durum değişecektir. Necmeddin Erbakan’ın önderliğindeki MSP, yüzde 12 civarında oy toplarken; AP, yüzde 30’a geriler, MHP ise yüzde 3,5’lara yaklaşır ve CHP, çok partili hayatta ilk defa bir serbest seçimden birinci parti olarak aradan sıyrılır.

Sağdaki bölünme bundan ibaret değildir; AP’den ayrılan vekillerce kurulan Demokratik Parti 73’te yüzde 12 oy toplar; aşağı yukarı aynı seçmen tabanına hitap eden CGP ise 5,5 civarındaki oy oranı ile 73 seçimlerinin genel anlamını tamamlar. Sağ, 73 seçimlerine 5 parti halinde girer ve toplam oyların takriben yüzde 62’sini alır.

Sağ bölünme, Türk siyasi hayatının karakteristiği haline gelir; Milliyetçi Cephe hükümetleri, varlığını bu tabloya borçludur. 12 Eylül darbesine giden yolda da bu tablo vardır.

BÖLÜNME Mİ, BUDANMA MI?

12 Eylül’den sonra yapılan ilk genel seçimde (1983) Özal’ın liderliğindeki ANAP, AP’nin yerini tek başına doldururken; öteki partilerin henüz yasaklı olmasının meyvelerini derlemişti. Ne var ki 1987’de siyasi yasaklar kalktıktan sonra siyasette yeniden hızlı bir kamplaşma yaşandı. AP, MHP ve MSP çizgisinde yeni partiler kuruldu (DYP, MÇP ve RP) ve ANAP’a kaptırılan tabanlarını geri çağırdılar. DYP, 91 seçimlerinde ANAP’ı geride bırakmayı başardı ve Türkiye’de koalisyonlar dönemi açıldı. Refah Partisi, özellikle belediye seçimlerinde ve yönetimlerinde başarılı olarak çok dikkate değer bir çıkış gerçekleştirdi. MHP ise 1993 başlarında kendi içinde mühim bir bölünmeye uğradı. Muhsin Yazıcıoğlu, MHP’den ayrılırken; “Ülkücü” adıyla özdeşleşmiş saffet ve idealizmi de götürmüştü sanki. Bu ayrılış MHP’nin kimyasını etkiledi ve hareketi geriletti. MHP daha sonraları Türkeş’in ölümünden sonra Bahçeli liderliğinde tarihinin en büyük seçim başarısını kazanmış olsa da içine düştüğü eksen ve anafikir savrulması hâlâ devam ediyor.

NASREDDİN HOCA’NIN KEDİ VE CİĞER FIKRASI GİBİ

2001 yılı, yakın tarihin en önemli bölünmesine şahit oldu. Belediyecilikte gösterdiği parlak başarı ile göz dolduran RP-Fazilet çizgisi, 2001’de kendi içinde ikiye bölündü. Parti içindeki “Aksakal” diye bilinen geleneksel liderlik modeline ve siyasetine karşı çıkan gençler kendi partilerini kurdular ve ertesi yıl, siyasi tarihin en önemli başarılarından birini göstererek tek başlarına iktidara geldiler.

Bölünme MHP’ye yaramamış fakat RP-Fazilet çizgisi içinden bir iktidar partisi çıkarmıştı. Hesap basittir. 1999 seçimlerinde Fazilet Partisi yüzde 15,5 oy toplayabilmişti. 2002 seçimlerinde ise FP’nin uzantısı Saadet yüzde 2,5, buna mukabil FP’den ayrılmış AK Parti yüzde 34,3 rakamını bulmuştu ki bu tespit, sağın ayrıldığı üç kol içinde İslamcı damarın, Türk halkına hitap etmekte daha başarılı olduğunu gösteriyor. Nitekim 28 Şubat döneminden sonra Türk siyasetinde milliyetçilik fikri bir blok kaymasına uğrayarak geleneksel sağdan resmî ideoloji çizgisine doğru yön değiştirdi. Buna bağlı olarak MHP ve BBP’nin milliyetçi programları daha az tasvip gördü. Türkiye’de temel çatışma ise Laikçilik- Muhafazakârlık ekseni üzerinden yürüdü.

BİR BUDAMA ANALİZİ

Şimdi yeniden başa dönebiliriz: Saadet Partisi içindeki yeni iktidar mücadelesi, kabaca İslamcı siyaset adını verdiğimiz sağ damarın ne kadar gümrah olduğunu bir kere daha hatırlatıyor; gümrahtır çünkü halkın tabii dinamikleriyle bu siyaset dili daha çok örtüşmektedir. SP içindeki çatışmanın yeni bir bölünmeye yol açma ihtimali sürpriz sonuçlar vadedebilir. Biatçı ve gelenekçi siyasetin çekirdeğini temsil eden aksakallılar topluluğu, tek başına seçim kazanacak atılımı başaramıyor; fakat zaman zaman saygısızlık, ahde vefasızlıkla suçladığı partili genç kuşak mensupları aksakallılardan daha çok başarılı oluyorlar ki bu çatışmada SP, eskiler ve gençler diye bölünecek olursa, yeni denklemin şimdiki SP’den daha fazla heyecan husule getireceğini söyleyebiliriz. Bu noktada Erbakan liderliğindeki aksakallılar önemli bir vazife ifa ediyorlar; kendi içinden çıkardığı genç politikacıları kamuoyu önünde azarlayıp “bizden değilsin, döneksin; nereye istersen git” diyerek bir anlamda gençlerin önünü açmış oluyor, bir başka ifadeyle onlara tramplen hizmeti vermiş oluyorlar.

Gövdesi kuru fakat dalları ve meyvesi bereketli bir ağaca benziyor SP. Bakalım ayine-i devran ne suret gösterecek Numan Kurtulmuş ve arkadaşlarına?