Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

"Televizyon dizileri mi; seyretmiyorum, o kadar vaktim yok" diye kestirip atmak doğrusu çok havalı olurdu. Hayır, bugünlerde milletçe dizi seyrediyoruz. O kadar bol ve çeşitli ki, herkesin zevkine, meşrebine, dünya görüşüne ve alışkanlıklarına hitab eden bir cinsi mutlaka bulunuyor. Uzun etmenin âlemi yok; benim favorim "Ekmek Teknesi".

İki ay öncesine kadar televizyonla alâkam, bitip tükenmek bilmeyen haber bültenleri ve artık bir "STV klasiği" halini alan "Açı" ile değerli refikim Gazeteci Hüseyin Gülerce'nin yönettiği "Pazar Sohbeti" isimli sohbet programı başta olmak üzere bulabildiğim yerde asla affetmediğim yerli filmlerle sınırlıydı; tabii bunlara TRT 2'de hafta sonları geç saatlerde yayınlanan "iyi filmler kuşağı"nı ve "Aslan Nihat"ın yüzünden abonesi olduğumuz Real Sociedat maçlarını da eklemek gerekir. Oğlumun tâ Ankara'lardan ısrarlı tavsiyeler neticesinde bir akşam listeye "Ekmek Teknesi"ni de alıverdik ve o günden beri pazartesi akşamları "cumhur"cemaat" bu diziye yazılmış bulunuyoruz.

Evvelâ bir noktanın altını çizmeliyim: "Oğlum Osman" dalgasını takib eden birkaç filmden bu yana ilk defa bir Türk televizyonu dizisinde bir insanı namaz kılarken fark etmiş olmanın bende ne kadar şaşkınlık ve hatta ürküntü yarattığını söylemeden geçemem; dizide bütün hadiselerin ekseninde duran merkezî karakter Fırıncı Nusret Efendi'yi, kadife seccâdesi üzerinde çubuklu pijaması ve pamuklu takkesiyle secdeye kapanıp dua ederken görünce, "gariptir" huzursuzluğa kapıldım; acaba bu Nusret Efendi birkaç sahne sonra komşusunun ırzına "tasaddî" mi edecek veya en azından fırında sattığı ekmeklerin gramajıyla oynayarak "ihtikâra teşebbüs" eyleminde mi bulunacaktır? Hayır; Nusret Efendi , aramızda yüzbinlercesi yaşayan Nusret Efendilerden biriydi işte; beş deli kız babası, sâkin, ehl"i dil, ehl"i nâmus, temkinli, basiretli bir adam. İnanılır gibi değil; adam hem namaz kılıyor, hem nâmuslu! Şaşırmakta haksız mıyım?

Yeridir; geçen hafta Yenicami'nin çalınan çinileri sebebiyle verilen bir haberde çok ilginç bir resim dikkatimi çekti: Fotoğraf şöyle: Çini panolu duvarın önünden bir adam geçiyor. Takkeli, kara şalvarlı, kara sakallı, enine tıknaz ve âdeta irticâya karşı hassas gazetelerde karikatürü çizilen tiplerin yaşayan numûnesi cinsinden bir adam. Altında ise "camilerden boyuna çini çalınıyor" haberi. Fotoğrafçı herhalde bu kare için çinileriyle meşhur bir camide bir kenara oturup saatlerce beklemiş olmalı. Gerisini okuyucu tamamlar nasıl olsa diye düşünmüş editör; "Kim çalar cami içindeki çinileri? İşte resimde görüldüğü gibi göbekli şalvarlı, kara sakallı bir yürüyen irticâ heykeli!"

Ne hale gelmişiz?

Ekmek Teknesi'nin sihri ve sırrı, zannımca Hasan Kaçan'ın senaryoya hünerle "yedirdiği" üslûptan kaynaklanıyor. Dizi, sanki daha önce yayınlanmış ve hepimizin bildiği bir çizgi romanın sinemaya aktarılmış halini andırıyor (Asteriks'in sinema versiyonunu hatırlayınız). Çizgi karakterler, gündelik hayatı karikatürize ettiği ölçüde başarı kazanırlar ve zihinde yer tutarlar. Dizide baştan sona başarıyla çizilmiş çizgi roman karakteri var. Peker Açıkalın'ın oynadığı Cengiz, her mahallede en azından üç beş tanesini bulabileceğiniz "iflâhsız" ama temiz kalpli, dürüst kalmaya çalışırken talihsiz kazalara uğrayarak zedelenen ama direnen ve en samimi duygularını bile argodan yardım almaksızın ifade edemeyen bir "rate" tip. Kezâ "Kirli" rolündeki Kadir Çöpdemir, mizah dergisi tutkunlarının benzerlerini hemen hatırlayabileceği türden güçlü çizgiler taşıyan bir tipi canlandırıyor. İşret düşkünü erkeklerin karakteristiği sayılabilecek müheykel bir göbek ve bu göbeği ancak yarıya kadar setredebilen çaresiz ve kirli bir kazak; Anadolu işi sekizköşe bir kasket, vaktiyle SSK'nın emeklilerine lâyık gördüğü cinsten ucuz bir dereceli gözlük. Bellidir ki, bir aile faciasının yapayalnız bıraktığı talihsiz ve iflâhsız çocuklardan biridir Kirli. Cengiz'in ümitsiz bir aşkla bağlandığı güzel dul Necibe de şuh ve şık halleri, "erkek milleti" hakkında geliştirdiği felsefî yaklaşımı ile bir karikatürist fırçasının eseridir. Sevdiği kıza derdini ancak,"Seni seviyorum lan Jale" üslubuyla anlatabilen delikanlı da çok hoş meselâ. Bir "çizgi karakter" meşheriyle karşı karşıyayız.

Dizide gündelik hayatın muhafazakâr aile yapısına yönelttiği tehditlerin tamamını görmek mümkün; orada da insanlar, aile büyükleri ve gençler zamanın sürükleyip önlerine yığdığı problemlerle, işsizlikle, geçim darlığı ile, genç kız"delikanlı arkadaşlığının ayar gerektiren dozajı ile, yalnızlıkla, adam yerine konulmak arzusuyla, sevmek ve sevilmek ihtiyacıyla boğuşup duruyorlar. Çözüm yok, ama mücadele var; dizinin bir sonrakini bölümünü özleten de bu zaten.

Ve Hasan Kaçan tabii; nâm"ı diğer "Herodot Cevdet". Mahalle kahvesinin ve bilumum Anadolu yakasının yevmî ve külhanbey tarihçisi. Dizinin her bölümünde dengine getirip irâd ettiği tarih nutuklarında öyle tenkid kılçıkları savuruyor ki hakiki muhatapları farkında olsalardı birkaç gün uyku uyumazlardı herhalde. Hiç karşılaşmamış olsak da vaktiyle Aksiyon dergisindeki sayfasından ötürü meyânımızda kalem arkadaşlığı hukuku bulunan Hasan Kaçan'ın senaryo ve oyunculukta gösterdiği başarının gururunu paylaşıyoruz ve Kaçan'ın şahsında diziye emek veren herkese buradan tebrik ve başarı dileklerimizi yolluyoruz.

Bravo lan Jale!