Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Camiler hakkında hayli şey yazdım vaktiyle; okuyan zanneder ki, ‘bu adam için camiler neredeyse bir fetiş nesnesi haline gelmiş!' Allah esirgesin; artık başta selâtin camilerimiz olmak üzere tarihî yapılara öyle eskisi gibi ‘aziz ve mübarek binalar; gözbebeğimiz, canımızın içi' diye bakmıyorum.

Ölçülerim değişti. Teknik açıdan, yani düpedüz inşaatçılık nokta-i nazarından aynısını veya daha iyisini yapabileceğiniz binaları kullanırken fazlaca pimpirikli olmaya lüzum görmem; icabında yıkar daha güzelini yaparsınız. Velâkin birebir takliti bile beceremediğimiz iyice netleşince bir tarih yadigârı olarak camilere iyi davranılması gerektiğini düşünüyorum.

İşte bu çerçevede İstanbul Müftülüğü'nün STV hakkındaki avluda çekimi engelleme kararını takdirle karşılıyorum. Aferin ve gecikmişlerdi bile! Yıllardan beri Ramazanlarda cami avlusundan veya müştemilatından naklen yayın yapmak esasen hiç de isabetli ve doğru bir fikir değildi. Bu çekimlerden haylicesine katıldığım için bizzat gördüm: Ne kadar ihtimam gösterseniz de binayı, muhiti ister istemez yıpratıyorsunuz.

Müftülük kararı bu açıdan tam 12'den vuruyor lakin küçük bir kusuru var; bu yasak sadece STV için geçerli imiş. Nitekim öteki kanallar cami müştemilatından naklen yayına devam ediyorlar tam gaz.

Böyle anlarda -transa mı geçiyorum nedir?- bana bir şeyler oluyor... Yandan yandan geliyorlar galiba! Gelecekte olup biteceklere dair bazı vizyonlar, görüntüler müşahede ediyorum uyanık haldeyken.

İşte görüyorum; Diyanet teşkilatı diye bir tabelâ hâlâ var ama eski vakar ve heybetinin yerinde yeller esiyor. Elden-ayaktan, kılıktan düşmüş, özerkleşmiş, bütçesi devletten ayrılmış mı ne? Evde kalabalık ediyor, vara yoğa konuşuyor diye kendi maaşıyle huzurevine postalanan aile büyüklerine dönmüş garibim... Eski günlerini bilenler, ‘Bildiğin gibi değil hoca, vaktiyle çok tarafgir, çok adaletsiz davrandı da ondan böyle oldu' diyorlar. “Göz göre göre ayrımcılık yapınca ahaliye bir nefret geldi, sıdkı sıyrıldı bunlardan; milleti dinden imandan soğuttular” diyorlar; gayrı doğru mudur bilemem.

Sonra yine meselâ televizyonlarda dini yayıncılığın geleceğine bakıyorum, bakıyorum; bir şey göremiyorum! En kıytırık menfezine kadar kazılıp tüketilmiş Britanya kömür yatakları gibi dini yayıncılığın da aşırı istismar ve mânâsız yükleme ve bindirmeler sebebiyle değersizleştiğini görüyor ama nedense üzülmüyorum. Her ticari ürün gibi dinin de netice itibarıyla bir piyasası var ve piyasa doyunca rekolte düşüyor hâliyle! Evet evet, işte onları da görüyorum... İlahiyat starları, teoloji gezegenleri, ölüyü kabrinden diriltip ayağa kaldıran, tiradlarıyla dağları taşları bile ağlatan televizyon vaizleri işsizlikten kendilerini tamamen pazarlama sektörüne adamışlar. Ürün profilinde önemli değişmeler var; seccade, umre turu, elektronik misvak (bu fikir bana ait; çalanı vururum!) gibi dini ürünler gitmiyor eskisi gibi; tıbbi protez, ilaç, halı, kilim, bahçe hortumu, hırdavat üzerine yoğunlaşmış naklen pazarlama sektörü... Ee tıp gelişiyor!

Haniya bu din, filan tarihte filan arkadaşların bir araya gelerek kurdukları bir müessese bir şirket olsa, “Camiye elmalar girebilir, armutlar giremez” diye ayrım yapmanıza kimse aldırmaz bile be hocam. Toptan yasakla, ceddine rahmet okuyalım; bu ayrımcılık o kadar ucuz kaçıyor ki...

Dini çok yoruyoruz çok. Avrupa'da Hıristiyan Kilisesi işte tam da bu yüzden amatör kümeye düştü vaktiyle. İnsanlar göğsünü gere gere ‘inanıyorum' demekten utanıp ‘Afedersiniz biraz Deistim, hatta biraz da Agnostik miyim neyim' gibi laflar etmeye başladılar. Kilise baronlarının asırlarca biriktirdiği kibir ve tahakküm, dinin ve samimi imanın değersizleşmesiyle sonuçlandı. Bizde de gidişat o yönde. İnsanlar yine maalesef eskisi gibi, kamuya açık yerlerde sağı solu kolaçan edip fısıltı moduna geçmeden şöyle açık açık Müslüman'ım diyemeyecekler, onu da görüyorum...

Üstelik de orada öyle âlimler, burada böyle fakihler kürsüleri yıkıp sütunları parçalıyorken...