Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Türkiye'nin Irak'ta asker bulundurması meselesiyle ilgili tartışmalar, kamuoyunda turnusol kağıdı tesiri yaptı: "Gitmeyelim, batağa saplanırız, yarın tabutlar gelmeye başlayınca görürsünüz" yollu hafif tertip tehdit ihtiva eden yorumlar belirgin bir ağırlık kazandı. İşin ilginç tarafı bizim yerli "pasifistler"le, Irak Kürtlerinin aynı frekanstan yayına geçmesiydi.

Irak'ı çiğneyip geçen ABD işgal kuvvetleriyle aleni işbirliği yapmaktan çekinmediği halde, Irak'ın herhangi bir bölgesinde barışgücü hizmeti görecek ve asayişi sağlayacak Türk askerî varlığına tiz perdeden muhalefet kampanyası açmak çok dikkat çekici ve hatta karakteristik bir göstergedir.

Şimdilik ABD, Türk askerini Irak'a dâvet etmekte mütereddid görünüyor; nitekim Başbakan Erdoğan da "istenmediğimiz yerde olmayız" sözleriyle projeden vazgeçilebileceği sinyallerini verdi.

Asker gönderme kararını destekleyen "Mehmetçik, gözümsün" başlıklı yazıda, Türkiye'nin bölgede "düzenleyici ve asayiş tesis edici" rolünün görünür hale getirilmesi tezini müdafaa etmiştim. Bazı okuyucularım bu gerekçeleri "hamâsi" buldular, bazıları ise sükût ile geçiştirmek yerine açık tavır almamı eleştirdiler. Kanaatim değişmiş değildir; realite, hamâset kılığına büründüğünde onu teşhis etmekten vazgeçmek mi gerekir? İşgale fiilen destek vermemek bölgedeki itibarımızı yükseltti, bize yakışan davranış buydu. Irak'ın içine yuvarlandığı kaos ikliminde, Türk askerinin görev mıntıkalarında düzen ve huzuru tesis etmek de bize yakışacak ve itibarımızı iki misline çıkaracaktı. Irak'ın geleceği belirsizlikler içinde; daha şimdiden "üçe bölünme" senaryoları yüksek sesle konuşuluyor ve bunlar Türkiye'yi çok yakından "enterese" eden konular. Sınır güvenliği bakımından Irak'tan dikkatlerimizi ayıramayız, iktisadi bakımdan Irak, en büyük ticaret potansiyeline sahip komşumuz. Irak işleriyle ilgilenmemek gibi bir lüksümüz yok; keşke olsaydı!

Bu noktada Türk askerinin "jandarma"lıktan ziyade "düzen tesis edici" kabiliyetine güvendiğimi önemle tekrarlamak istiyorum. Askerimiz iç politikaya odaklandığında, "eğitim tarzından olsa gerek" toplumun en azından yarısını kıran, üzen, gönül burukluğu hâsıl eden tavırlara bürünüyor ama aslî fonksiyonunu icrâ ederken toplumun tamamına inşirah, güven ve iftihar telkin ediyor. Milletlerarası barış gücü operasyonlarında bizim askerimiz daha şimdiden bir "dünya markası"dır ve bu başarılarıyla Türkiye'nin dünya kamuoyundaki imajına son derece müsbet katkılar yapıyor. "Senegal'den esirgemediğimiz bir hizmeti Irak'tan niçin sakınalım" sualine tatminkâr bir cevap bulunabilmiş değildir.

Irak'a mal götüren kamyonların tâciz edilmesi, büyükelçiliğimizin bombalanması, Türkiye'nin güneydoğu hudutlarında eşkıyalığın yeniden başgöstermesi, düne kadar ağzı dili olmayan silik siyasi figürlerin ABD bayrağının gölgesine sığınarak Türkiye'ye kaba tehditler yağdırması, Türkiye üzerinden petrol taşıyan boru hatlarının sabotajlarla kevgire çevrilmesi gibi açık işâret ve imâların anlamı üzerine düşünelim; bu sinyallerin Türkiye'yi güney hududundan izole etmekten başka muradı yoktur. Hamâsete karşı iseniz ticaret diliyle konuşalım: Âtıl işgücümüz Irak'ı yeni baştan inşâ ve ihyâ edecek kapasitede; içerde talep sıkıntısı had safhaya varmışken yanı başımızdaki pazara ve "pazar güvenliği"ne ve nihai safhada bölgede politik itibar ve üstünlük sağlama avantajlarına niçin bigâne kalalım?

Irak'ın üçe bölünmesini öngören plânda en zahmetsiz ve kârlı "üçte bir"lik lokmayı şimdiden avurtlarında gören Kuzey Iraklı Kürt politikacıları kadar bölgede Türk askerî varlığından rahatsızlık duyan bir başka "lobi" gösterilebilir mi? Dağdaki eşkıyanın bile kendince "yarın"ı planladığı bir ortamda Türkiye'nin güney sınırlarına sırtını dönüp ilgisiz kalması, Atatürk'ün Gençliğe Hitabı'nda işaret ettiği "gaflet ve dalâlet"ten bir numûnedir.

Agâh olalım!