Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Bugün sizlere ancak Türkiye'de veya onun daha da doğusunda yer alabilecek bazı ülkelerde misaline rastlayabileceğiniz cinsten bir hadise nakletmek istiyorum.

Hürriyet gazetesinin kültür yazarı Doğan Hızlan, 28 Eylül'de, "Aspendos'ta yağlı güreş" başlıklı bir köşe yazısı kaleme alarak Antalya'daki Aspendos tarihi tiyatrosunda güreş müsabakaları düzenleneceğini duyurdu. Elbette ironik bir duyuruydu bu; "Yapılacak" yazarken, "yapmayın ha" demeye getiriyordu!

"Aspendos Tiyatrosu'nun sahnesinde opera sanatçıları yerine yağlı güreşçileri seyredeceksiniz. Orkestra şeflerinin yerini de Aspendos ağaları alacak" cümlesiyle başlayan yazıyı okuyunca anlıyoruz ki bu tarihi mekânda 1. Uluslararası Aspendos Kültür ve Sanat Festivali düzenlenmesine karar verilmiş; düzenlenecek faaliyetler arasında halkmızın ruhuna hitab eden bilcümle programlar mevcut: Mehter konseri, atlarla geçiş, halk ozanları, yağlı güreş, hatta Urfa sıra gecesi bile var.

Kültür ve Turizm Bakanlığı da festivale destek veriyormuş; Doğan Hızlan da diyor ki, "Aa, olur mu efendim, böyle tarihi mekânlarda mehter davulu dövdürülür mü, koca koca kolonlarla yüksek desibel üreten konserler verilir mi, böyle mekânları koruyalım; bazı şeyleri başka mekânlarda da yapabiliriz; hele yağlı güreşin Aspendos'ta ne işi var?"

Buraya kadar her şey makul seviyede seyrediyor. Mahalli bürokratlar bir şenlik tertiplemişler, bir yazar da, "İnsaf, yer mi kalmadı?" diye tenkid görevini yerine getiriyor.

Siz öyle zannediniz bakalım!

Aynı yazar 2 Ekim günü, yani festivalin başlayacağı gün, konuyla ilgili bir yazı daha yayınlayarak şaşkınlığını dile getirdi. Kendisi "şaşırdım" demiyor elbette, yazdıklarından hareketle bu mânâyı biz çıkarıyoruz:

Efendim, Aspendos'ta yağlı güreş yapılması, Atatürk'ün bizzat emri imiş. Öyle kulaktan dolma, üfürükten rivayet değil, şahitli ispatlı!

Atatürk 9 Mart 1930 tarihinde Aspendos'a kadar gelmiş, o zamanlar daha bir harabe halde bulunan tiyatroyu gezdikten sonra yanındakilere demiş ki:

-Bu tiyatroyu restore ediniz; ama kapısına kilit vurmayınız. Burada temsiller veriniz, güreşler düzenleyiniz!

Doğan Hızlan'a bu bilgiyi okuyucuları e-mektupla ulaştırıyor. Hızlan da "yok canım, öyle şey olur mu, bir de ben araştırtayım bakalım" düşüncesiyle gazetesinin Antalya muhabirini Aspendos'a gönderiyor. Muhabir gidip tiyatroyu geziyor ve kapıda asılı duran koca mermer levhada neler yazıldığını yazara bildiriyor.

Bilgi doğru, aynen böyle yazıyormuş mermer kitabede:

"Burada temsiller veriniz, güreşler düzenleyiniz!"

Bre aman, altında kocaman Kemal Atatürk imzası, kaç kanun gücünde olduğunu kimseler tahmin edemez, hatta Anayasa'dan da üstün desek bile pilavın su götürür tarafı var. Yazar şimdi ne desin tahmin ediniz bakalım; "Atatürk böyle demişse bir bildiği vardır, çaresiz getirin zeytinyağı kazanlarını, vurdurun davulları, pehlivanlar çıksın er meydanına, antik mermerler üzerinde birbirlerine paça-kasnak dalıp boyunduruktan kündeye geçedursunlar" mı diyecek, yoksa "nereden bulaştık bu işe" diyerek er maydanından savuşup çekilecek mi?

Bakınız ne diyor:

"Şimdi bu festivale destek mi verelim yani? Atatürk'ün emrini yerine getireceğiz diye, şekilsel açıdan bunu uygun mu bulalım? Sanırım tartışma yeni bir boyut kazanacak. Okurlarımın ve benim düşüncemi öğreneceksiniz, bir başka yazıda."

Siz bu satırları okurken festival de neredeyse yarılanmış olacak; dolayısıyla Atatürk'ün açık direktifine itaat edilerek Aspendos'ta güreş tutulup tutulmadığını henüz bilmiyoruz. Galip ihtimalle festivali yürütmekle görevli olanlar, son anda başlarına iş almaktan çekinip güreşleri yaptıracaklardır.

Doğrusu Doğan Hızlan'ın yazısını başından itibaren şaka havası içinde algıladım; öyle yazılar vardır bilirsiniz; sonunda yazar hadisenin bir latifeden ibaret olduğunu haber verir bize, ama neticede meselenin ciddiyetini fark edince pek şaşırdığım söylenemez; çünkü bu ülkenin neredeyse dağı taşı Atatürk'ün vaktiyle söylediği ileri sürülen vecizelerle dolu; kimse de bu sözlerin yerine, zamanına, zeminine, vesilesine göre ne derece ciddiye alınması gerektiği hakkında yorum yapmaya cesaret edemiyor ve böylece "Gördüklerimden çok memnun kaldım" (bir askerî okulun girişinde yazılı olduğu ileri sürülüyor), "Sinemaya gerekli ehemmiyeti vermek icap eder" (Ankara'da bir sinemada asılı olduğu ileri sürülüyor), "Havza kaplıcalarında şifayab oldum" (Bu iddia filan değil, ben de gözümle gördüm; Havza'nın hemen her yerinde görebilirsiniz bu vecizeyi) ve ayrıca "Milli birlik her türlü vasıta ile sağlanmalıdır" gibi sahiciliği hakkında kâmil bir fikre varmamıza kolay kolay imkân bulunmayan sözler tedavülde dolaşıp duruyor.

Benim samimi kanaatim, Atatürk'ten vecize bulmak gayretinde zaman zaman işin tadınının kaçırıldığıdır. Şu Aspendos vecizesini ele alalım; yanılması imkânsız şahitler huzurunda söylenmiş olsa bile, o zamanın hissiyatını dile getiren bir temennîdir ve literal anlamıyla değil geniş çerçevede yorumlanarak değerlendirilmesi gerekir.

Söyleyenden çok söyletene dikkat kesilmek lazım, çünkü Atatürk'ten vecize bulmak gayreti, nihai tahlilde Atatürk'ün manevi şahsiyetini incitebilecek espriler üretilmesine zemin hazırlıyor.