Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Her yılbaşı gecesi yaklaşırken Türkiye'de gâhi zaman alenî, gâhi zaman üstü örtülü bir "hayat tarzı" gerilimi yaşanır:

Muhafazakârlar Yılbaşı kutlamasına evvelâ bir içtihat itirazı getirerek Hıristiyan kültürünün önemli rükünlerinden birini "%99'u Müslüman" bir toplumda tes'id etmenin yanlışlığını ve daha sonra bu kutlamanın içki refakatinde yapıldığı için iki kere yanlış olduğunu savunurlar; buna mukabil "mübarek yılbaşı gecesi"ni ne olursa olsun ihyâ etmekte azimkâr mühim bir topluluk da bunun şahsi bir tercih meselesi olduğunu ileri sürerek kimsenin kimseye karışmaması gerektiğini söylerler. Bu tatlısert gerilime rağmen Türkiye'de "yılbaşı" giderek büyüyen bir tüketim sektörü olarak varlığını kabul ettirmiştir. O gün pek çok muhafazakâr aile reisi bile —en azından çoluk çocuğu mahzun etmemek için— evine biraz kuruyemiş veya gazoz götürmekten nefsini men edemez. Yılbaşı gecelerini doyasıya eğlenmek ve felekten bir gün çalmak için meşrû bir vesile olarak propaganda eden medyanın ısrarlı dayatmasıyla o gece iki farklı hayat felsefesinin ve iki farklı eğlence kültürünün karşı karşıya gelmesine sahne olur.

İçki kumar yasak; geriye ne kaldı?

"Eğlence kültürü", henüz doğru dürüst tartışılmamış bir kavram. Kendini herhangi bir mânevî değerler silsilesi ile mukayyed hissetmeyenler için bu kavram hoşça vakit geçirmeye ve zevk almaya yarayan her türlü faaliyeti içine alıyor; içki, kumar, uyuşturucu, mahrem kriterlere aldırmazlık veya buna benzer şeyler. Halbuki din, insanlara kestirmeden "eğlenmek" imkânı sunan bu gibi vesilelere hoş bakmadığı gibi yasaklıyor da. Öyleyse dindar ve muhafazakâr kitlenin "eğlence kültürü" hangi unsurlarla inşâ edilmektedir? İçki, kumar, gayrımeşru münasebetler dinen yasak edildiğine göre bu gibi "eğlence faktörleri" olmaksızın dindarlar nasıl eğlenebilir? Eğlence kültürünün temel unsurları arasındaki bir kıyaslama, bu sualin tartışılmasında ve aydınlatılmasında mühim ipuçları verebilir.

Biraraya gelmek ve büyük

ateşler tutuşturmak

Bu yılbaşı eğlenceleri, televizyon medyasında diğerlerine göre daha abartılı bir coşkuyla kutlandı hatta bu eğlence gösterileri haber bültenlerine bile yansıdı. Bu gösterilerin ortak noktası dikkat çekiciydi: Açık veya kapalı alanlarda büyük kalabalıkların toplanması ve büyük ateşler! İnsanların büyük kalabalıklar halinde bir araya gelmesi, arka planda daima insanların birbirlerine yaslanması, kendi güçsüzlüğünü büyük kitlelerin teşkil ettiği totalite içinde eritmesi, dayanışma yoluyla kitle ruhuna iştirak ederek kendini güvende hissetmesi gibi motifler tarafından beslenir. Büyük kalabalıklar totaliter ve faşist rejimler kadar kitlevî âyine önem veren inançların da vazgeçemediği bir ritüeldir. Şüphesiz insan kendini kitlenin bir cüz'ü gibi hissettiğinde daha çabuk eğlence hâletine bürünür, daha çabuk inanır, daha kolay yönetilir ve hissiyatı daha çabukça aklını baskı altına alır.

Gecenin lâciverdî atlasına açılan ateş çiçekleri

Büyük ateşler yakmak ise belki büyük kalabalıklar halinde birbirinin sıcaklığına sokulan insan toplulukları kadar eski ve vazgeçilmez bir ritüel olsa gerek. Âdemoğulları, ateş yakmayı ve ateşi kontrol edebilmeyi öğrendiklerinde karanlık gecenin ürpetisinden ve soğuğundan kaçıp da sığınabilecekleri tek yer büyük bir ateşin aydınlığı ve sıcağı olmalıydı. Büyük ateşler işte o kadîm zamanlardan beri insanların coşkusunu, korkunun güvene, yalnızlığın dayanışmaya dönüşümünü ifade eden bir sembol oldu. Büyük ateşler yakmak galiba bütün folklorik geleneklerde mevcuttur ve mahalden mahale değişen farklı törenlerin müşterek unsuru olmayı sürdürmektedir.

Sadece mahallî ve folklorik ritüellerin müşterek unsuru olmakla kalmıyor büyük ateşler; modern zamanlarda da kalabalıklar büyük ateşler yakmak itiyadından vazgeçemiyorlar. Devâsa meydanlardan binlerce mum yakılıyor, yüzbinlerce vatlık büyük projektörler, renkli ampuller, lazer ışıkları ile bugünün kalabalıkları yine eskimeyen geleneğin kıvılcımlarından büyük ateşler tutuşturuyorlar.

Bu gösterilerin en göz alıcı aksâmından birisi de havai fişekler; bir patlamanın ardından duyulan hışırtılı ıslık sesinden sonra gecenin lâciverdî atlasından top top açılıp bir anda ortalığı gündüz sevinciyle dolduran havai fişekler de büyük ateşler tutuşturmak geleneğinin modern üslûbu değil midir?

Büyük ateşler tutuşturmak veya milyarlarca lirayı havaya savurup gözalıcı havai fişekler yakmak, ne farkeder? Ateş, eğlencenin bir parçası; hele günümüzde cârî eğlence anlayışının temel unsurlarıyla mukayese edilirse pek mâsum bir parçası.

Buraya bir mum yapıştıralım; yine döneceğiz.

Eğlence: Elde kalan vakar

Başa dönelim; Müslümanlar nasıl eğlenir, nasıl eğlenmelidir veya nasıl eğlenebilir?

Müslüman'a eğlenmeyi ziyâde gören taassubu bir kenara bırakarak suale cevap arayalım; Dinî geleneğimizin iki bayramı var, bu bayramlarda biz, bütün dünyanın yaptığı gibi büyük kalabalıklar halinde bir araya toplanıp büyük ateşler yakmıyoruz. Her bayramın ilk sabahı toplu halde kılınan bayram namazı, bir eğlence küşâdından ziyade bir ibâdet niteliği taşır. Akabinde cumhur—cemaat kabristan ziyaretinde bulunmadan gönlümüzün hoş olmadığına bakılırsa yabancı bir gözlemci, bizlerin aslında "bayram" ettiğimizi algılamakta azim güçlükler çekecektir. Sonra? Sonra tek tek veya küçük gruplar halinde bayramlaşmalar başlar; ev ziyaretleri yapılır, şeker, tatlı, şurup ikram edilir, gönüller alınır ve bir bayram böyle geçer.

Bayramlarımız batılı ölçülerde bayrama benzemez; içinde beylik eğlence unsurlarını bandırmaz. Bizim dinin en büyük iki bayram vesilesini yaygın eğlence unsurlarına iltifat etmeden vakur ve ağırbaşlı bir eda ile kutlamamızın çok mühim bir kollektif karakter üslûbu teşkil ettiği âşikârdır. Vâkıa Din "had"leri tayin eder, hadlerin içini nasıl dolduracağımızı, ayrıntıları nasıl tasarruf edeceğimizi ise "mü'min akl"a tevdî eder. Bu muvacehede bizim eğlence anlayışımız böyle yorumlanmıştır. Gençlerimizi evlendirirken düğün yaparız ama Din'in düğün hakkındaki "had"di, düğünün evlilik akdinin duyurulmasına vesile teşkil etmesinden ibarettir. Cazband refakatindeki modern balolardan davul—zurnalı köy düğünlerine kadar düğünün binbir versiyonu bu bakımdan ölçü ve misâl teşkil etmez. Sıradan bir vesileyle birkaç dost bir araya geldiğinde ikramda bulunurlar, yemek yenir, sohbet edilir, latifeleşilir ve mecliste ehli varsa biraz da musiki faslı. O kadar. Geriye kalan nedir peki?

Öyle görünüyor ki Din, eğlencede meşrû olanları saymaktan ziyade haramları tesbitle yetinmiştir. Bu tahdid, belki de eğlencede "vakar"ı tercih eden Müslüman'ı batılı adamdan ayıran en mühim tefrik unsurunu inşâ etmiştir. Eğlenen bir Müslüman kendini kaybetmez, şuurunu geçici bir zaman için de olsa iptâle rıza gösteremez, haram kılınan meyle teşebbüs dahi edemez; yiyip içmekte aşırılık edemez; elde kalan vakardır ve vakar Müslüman şahsiyetinin esas unsurudur.

Biraz da birlikte düşünelim!

Şimdi az önce berkittiğimiz mumum ucunu kaldırabiliriz; geçtiğimiz Ramazan'ın Kadir Gecesi'nde Eminönü Belediyesi Sultanahmet Meydanı'nda bir havai fişek gösterisi tertib edince bu hadise bazı mahfillerde ilgi uyandırdı. İlginin kaynağında şu sual vardı: Böyle mübarek bir geceyi ibadetle ihyâ etmek dururken havai fişek patlatılması doğru muydu?

Suali şöyle düzenlemek de mümkün: Müslümanların büyük ateşler yakmasına cevaz var mıdır?

Şüphesiz benim de kendime göre bir cevabım var ama onu kendine saklamama müsaade ediniz çünkü bu yazıyı okumak zahmetine katlananların, bu yazıda altı çizilen mesele üzerinde tefekkür etmesini, en azından böyle bir meselenin varlığından haberdar olarak ortaya çıkması muhtemel münakaşa iklimini kendi köşesinden teneffüs etmesini arzu ediyorum.

Ne dersiniz, biz de büyük ateşler tutuşturabiliriz miyiz?