Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Fâzıl matbuatımız, neredeyse onbeş günden beri bir bankanın reklâm filminde Atatürk'ü canlandıran oyuncuya söylettirilen cümleyi tartışıyor; bu münakaşa bana birazcık kuşatma esnasında Bizans ulemâsının meleklerin cinsiyeti hakkında yürüttüğü rivayet edilen fikrî mübârezeyi hatırlattı.

Tartışma, "ne.. ne de..." ibaresi ile kurulan cümlenin olumsuz yargı ile bitmesindeki yanlışlık hakkında. Faydasızdır demiyorum, özellikle gençlerde Türkçe mantığını pekiştirmesi bakımından isabetlidir fakat bu gramer münakaşasının, reklâm filmindeki başka ayrıntıları hasıraltı etmesine gönlüm rıza göstermiyor. Nedir bu ayrıntılar, sırayla inceleyelim:

1- Atatürk, Türkiye'nin en büyük, en itibarlı sembol ismi. Doğrudan pazarlama amacıyla olmasa bile bir ticari reklâm unsuru olarak kullanılması doğru değil.

2- Çoğumuzun aklına gelmemiştir; Atatürk imajı, niçin otomobil, sigorta şirketi, lokanta veya gömlek gibi sektörlerde değil de banka reklâmında canlandırılmıştır? Haksız rekabet bu değilse, nedir? Yarın Cadillac firması aynı tarzda bir reklâm filmi piyasaya sürerse (çünkü Atatürk'ün makam otomobili Cadillac'tı) hangi mantıkla itiraz edecek isek, buna da aynı doğrultuda karşı çıkmamız gerekirdi; bilakis pek beğendik. Doğru mu yaptık?

3- Denilecektir ki, "ama Atatürk, söz konusu bankanın sadece ortağı değil, kurucusu idi". Bu cümle doğrudur fakat cümlenin hükmü, İş Bankası'nı anayasal bir kurum, Atatürk'le özdeşleşmiş bir müessese haline getirmez; aksi takdirde diğer bankalarla iş gören herkesin Atatürkçülüğünden ve Atatürk sevgisinden şüphe duymamız gerekmez miydi?

4- Gelelim Atatürk ve İş Bankası arasındaki ilişkinin tarihine. Daha önce başkaca vesilelerle birkaç defa yazdığım için tekrara düşmek pahasına yeniden arz ediyorum:

"Kurtuluş Savaşı'nın en zorlu günlerinde imdada Hintlilerin, hilafeti kurtarmak için topladıkları 1 milyon lira değerindeki yardım yetişti. Gazi, 1920'lerin başında bu paranın bir kısmını savaşın finansmanı ve yaraların sarılmasında kullandı. Kalan parayı ise daha sonra bankaya yatırdı. Savaş bittikten sonra (İş Bankası'nın kurulması gündeme gelince) Gazi Paşa, bankanın kuruluş sermayesinin dörtte biri değerindeki 250 bin liralık hisseyi Hindistan'dan gönderilen parayla satın aldı. Ayrıca da bankanın kurulduğu gün, 207 bin 400 lira yatırarak ciddi bir maddi destek verdi" (Can Dündar, "İşte Atatürk'ün Banka Hesabı", Sabah, 26.8.2000, s. 4). "İş Bankası'nın ilk sermayesi de Hindistan'dan Mustafa Kemal'e gönderilen paranın geri kalanı idi... Bu para, millete ve devlete gönderilmişti", (Falih Rıfkı Atay, Çankaya, İstanbul, 1969, s. 457). Atatürk'ün ölümünde bankanın sermayesi 5 milyon lira civarında idi ve Atatürk, 1,5 milyon lira civarındaki hesabı ile bankanın en büyük müşterilerinden biriydi (Hesap hareketleri ve ayrıntılı döküm için bkz: Uygur Kocabaşoğlu ve diğerleri, Türkiye İş Bankası Tarihi, İstanbul, 2001, s. 612-630).

Atatürk'ün ölümünden sonra hissesine tekabül eden paranın nemalanmış miktarı olan, 1 milyon 435 bin 339 lira varislerine, yani CHP'ye geçiyor. "Daha doğru bir ifade ile söz konusu hisselerin çıplak mülkiyeti CHP'nin olurken, nakit ve hisselerin nemalandırılması görevi İş Bankası'na veriliyor. Bu hisselerden yararlanma hakkı ise Türk Dil ve Tarih kurumlarıyla hayatta bulundukları sürece Atatürk'ün bazı yakınlarının oluyor." (Kocabaşoğlu, s. 188-189)

...

Şimdi gelelim, şu meşhur "ne... ne de..." meselesine. Mugalâtanın lüzumu yok: Hakkı Devrim üstadımız haklı, "Bal gibi olur, netekim..." diyerek mantığa takla attıran gündemperestler haksızdır.

Kırmızıda geçtikten sonra Trafik polisiyle kırmızının sembolik mahiyeti hakkında polemik yapmanın ne manası varsa, bazı kurallarda mantık aramak da o kadar doğrudur.