Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

İlk başta, "demodeliğin modası geçer mi" gibi saçma görünen bir suale verilecek cevap "moda" ile "demode" kavramlarına verdiğimiz anlamla ilgili olabilir, bir de içinde bulunduğunuz yaşla. Bana göre bir ibadet vecdi veya bir tazelenme heyecanıyla modayı takip edenler, aslında modası hiç geçmeyen bir şey bulabilmek için arayış halinde olmalılar.

"Alçağa akar sular, pây"ı hûma düş mest ol" diyen şair de böyle bir sükûnet noktasını işaret ediyor belki de. Kemâl çağı dediğimiz vakit, hayata bakışın, daha doğrusu hayat felsefesinin, denize ulaşan bir ırmak gibi sâkin aktığı bir demdir; kabul çağıdır. Belki de insanın, "kendi de dahil" hiçbir şeyi değiştirmeye tâkât yetiremeyeceğini anladığı an. Bu noktadan bakılınca bütün devrimciler çocuk, siz bilemediniz delikanlı görünürler. "Neyi aradığını bilmeyen, ne bulduğunu da bilemez" buyurmuş bir bilge. Demodelikte karar kılınan yer, insanın ne aradığını ve aradığını asla bulamayacağını bildiği zaman mıdır; belki, evet, kesinlikle!

Bütün hikâyeler, masallar ve romanlar, çevrilmiş ve çevrilecek bütün filmler niçin demodedir ve niçin hep aynı şeye dair olduklarını her defasında hatırlatıyorlar? Yeni olan ne var diye sormalıyız aslında. Moda rüzgârıyla para kazananlara ve bu endüstriden ekmek yiyenlere lâfım yok; tam aksine onlar, hâlâ yeni bir şeyler olabileceği kanaatini yaydıkları için kutlanmayı bile hak ediyorlar. Çocuk ölümü acı, çocuk ölmek güzeldir. Sir William Wallace mıydı, "bazıları hiç yaşamaz ki" diyen? Ölmek için evvela yaşıyor olmak lâzım; şimdi adını hatırlayamadığım, "kaç hayat yaşarsak, o kadar ölürüz" diyen adamın nüktesi Wallace'ı bütünlüyor ve bütün vecizelerin birbirini tamamladığını fark ediyoruz. Yeni bir vecizeyi kim söyleyebilir kim? Delinmedik inci, söylenmedik mânâ mı kalmıştır?

Öyleyse nasıl oluyor da milyarlaca insan için her biri bir öncekinin aynı ritimde tekrarlanan yeni günlere erişmekte yeni bir lezzet bulabiliyoruz? Moda'nın sırrı buradadır işte. "Non novae sed novae" demiş bir Lâtin; Lâtince'den anlamam, vebâli nakledenin boynuna: "Yeni bir şey değil, yeni bir tarzda anlatmak" demekmiş. Şapkanın ne işe yaradığını bilenler için bütün şapkalar birbirinin aynıdır. Kadim Mısır'ın kadınları, en az bugün yaşayanlar kadar yüz boyamanın ustası idiler.

Bir televizyon reklamında, "Çağdaş yatak odası takımı" lâfı geçtiğini fark edince aldı beni bir düşünce; zâhir adamcağız, "bunlar eski püskü, tarihin eski devirlerinden kalmış şeyler değil, modern, gıcır gıcır, yepyeni" demek istiyordu galiba. Yatak fikri ne çağdaş, ne de tarihidir; yatak yataktır netice itibariyle. "Çağdaş yatak" terkibi bir dil oyunu; işaret ettiği bir gerçeklik yok. Demek ki dil, mânâyı açan değil gizleyen ve muğlaklaştıran bir görev üstlenmiş. Cumhurbaşkanı da Amasya'da yaptığı konuşmada dilin ve anlamın muğlaklığına kendi çapında katkıda bulunuyor ve konuşmasının bir yerinde "çağdaş anlamda toplanma alışkanlığı"ndan bahsediyor; cümleyi okuyalım en iyisi:

"Kişileri bir araya getiren, onlara çağdaş anlamda toplanma alışkanlığı kazandırarak, ulusal birliği sağlamayı amaçlayan yapıların kurulmasıyla eski alışkanlıklar terk edilmiş, kitlelerin bilinçlendirilmesine yönelik etkinlikler önem kazanmıştır."

"Çağdaş anlamda olmayan toplanma alışkanlığı" nasıl olur diye aldı beni bir düşünce; muhayyilemi ne kadar zorlasam da zihnimde canlandıramıyorum. Çağdışı toplanma alışkanlığı nedir meselâ, mafya celsesi mi, herkesin birbirini pata"küte dövdüğü bir kongre mi, yoksa servisin berbat yapıldığı bir toplantı mı? Çağ kelimesine bu kadar çok mânâ bindirilirse olacağı budur; kavram evvelâ bel verir, sonra çöküp gider. Geriye kalan "çağdaş yatak odası" gibi bir şeydir.

Nietzsche diyor ki, "Üslûbu düzeltmek, aslında düşünceyi düzeltmekten başka bir şey değildir". Burada eksikliğini hissettiğimiz şey üslûptan da öte, dilin kendisi, mantığı ve anlam çatısı. Tam da Martin Heidegger'in "Lisan varlığın evidir" dediği yer. Bu dil düşünceyi ve mânâyı taşıyamaz çünkü nirengisi yoktur. Moda fikrine heyecan veren şey bir şeylerin demode olmasıdır; berkemâl olalım derken "kemâl"i kaybetmişiz.

"Bizim klasiklerimiz yoktur" diyen adama boşuna bühtân etmişiz meğer.