Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Fahrettin Cüreklibatur'un aslında Cüneyt Arkın'ın gerçek adı olduğunu çoğumuz biliriz; bilmediklerimiz de var ama; meselâ Fikret Hakan'ın asıl adı Bumin Gaffar Çıtarak imiş; Ferdi Tayfur'unki Turan Bayburt, Muhterem Nur'unki Aysel Kısa, Müjde Ar ise Kamile Suat Ebrem.

Takma isimlerinin sahiciliği yanında gerçek isimler ne kadar dayanıksız, munis ve sıradan görünüyorlar. Neriman Köksal, sittin sene çabalasa Hatice Kökçü ismiyle bir sinema yıldızı olabilir miydi?

Haydi biraz genel kültür yapalım, bakınız sanat dünyamızda kimler, hangi isimle meşhur olmuşlar: Nedret Güvenç (Mükerrem Bilgütay), Orhan Kemal (Mehmet Reşit Öğütçü), Sibel Can (Sibel Can Güre), Yahya Kemal Beyatlı (Mehmet Âgâh), Nilüfer Aydan (Erdoğan Kaşif), Kibariye (Bahriye Tokmak), Nuri Sesigüzel (Nuri Kaçtaş), Murat Soydan (Rüçhan Tercan), Cemal Süreya (Cemalettin Seber), Ekrem Bora (Ekrem Şefik Uçak). Liste uzayıp gidiyor (meraklısına: www.biyografi.net). Aslında son derece tabii bir durum bu; sanatın maske kullanması tabiatındandır ve takma isim tercih ettiği için bu âlemde kimse bir başkasını aldatmış veya kendi hakikatini gizlemiş sayılmaz.

"Lisan, niyeti ve nihai tahlilde hakikati gizler" sözünü ilk duyduğumda anlamamış, çelişkili bulmuştum; tecrübe dediğimiz şey, biraz da görünenin arkasındakini hissetmektir galiba. Neticede konuşulan, yazılıp söylenen şeylerin bir şeye ayniyle tercüman olmaktan ziyade büyük ekseriyet itibariyle gerçek niyeti setretmek maksadına yönelmiş olması artık beni şaşırtmıyor. Meselâ bugünlerde Kıbrıs konusunda söylenenlerin, aslında açıkça söylenmesi gerektiği halde bayramlık elbise giydirilmiş cici çocuklar gibi sadece imaj inşasına hitab ediyor olması bu kabilden bir örnektir. Emekli bir diplomatımız bakın ne diyor bir dergiye verdiği mülakatta: "AB, ABD, BM ve onların içteki işbirlikçileri hep birlikte üstümüze geliyor... Türkiye sanki harb"i umumiden mağlup çıkmış bitkin Osmanlı ülkesiymiş gibi davranıp bastırıyorlar. Yeni iktidar, AB uğruna istenen ve istenecek her tavizi vermeye çoktan hazırmış gibi bir görüntü veriyor. Kıbrıs'ta açgözlü Helen yayılmacılığının son aşaması yaşanıyor."

Bu satırları okuyunca içimden "anladık takma isim; peki bu sözlerin gerçek ismi, medlûlü, zamiri ne?" diye sormak geliyor içimden. İlkokuldan beri aynı sözleri işitip tekrarlayarak büyüdük; elli yılda hiçbir şeyin değişmemiş olduğuna inanmak doğrusu kolay değil ama siyasi uzakgörüşlülüğünden ziyade ilmine hürmet ettiğim hariciyecimiz kulağıma, "sakın inanma; statüko aynen devam ediyor" diye fısıldamakta ısrar ediyor.

Oscar Wilde'ın çocuklar için kaleme aldığı bir masalı hatırladım: Köyün birinde bir çoban, her akşam sürüsüyle köye dönerken etrafına toplanan çocuklara harikulade şeyler anlatmayı âdet edinmiştir; "Biliyor musunuz çocuklar, bugün göl kıyısında peri kızlarını gördüm, az ötede ise cinler düğün yapıyordu. Derken bir dev beni kovalamaya başladı ama ağzından ateşler saçan bir ejderhayı görünce..."

Günün birinde yalancı çoban aylar boyunca çocuklara anlattığı gerçeküstü olayların ve kahramanların arasında bulur kendini: Periler gölde yıkanmakta, cinler düğün yapmakta vs... O akşam köye dönünce çocukların, "haydi çoban, bize bugün neler gördüğünü anlat" diye ısrar etmeye başlamaları üzerine çoban, sadece "hiç" cevabını verir; "Bugün hiçbir olağanüstü şey görmedim."

Kırk yıl önce kendine göre hakikati olan şeyleri, kırk seneden beri tekrarlamanın bedeli buna benzer bir şeydir işte.

Çok merak ediyorum, "günün birinde" gerçekten "adil ve kalıcı bir çözüm" teklifiyle karşılaştığımızda çoban, akşamüstü kendisini heyecanla bekleyen köy çocuklarına ne söyleyecektir acaba?