Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Siyasete, siyasilerle aynı irtifadan bakmak yerine, daha panoramik, daha ihata edici bir gözlem yerinden, "kuşbakışı" nazarla eğilmek bana daha doğru görünüyor. Ne kadar mükemmel görüş imkanı sağlarsa sağlasın tek gözlem yeriyle iktifa etmenin mahzurlarını biliyorum. Ana fikir olarak doğrudan insanı ve onun zaman boyutundaki değişimine eğilen "sosyal ilim"in, daha az "yanlışlanabilir" neticeler sunan fiziki ilimlere nazaran hayli muğlak bir tasvirle yetinmek zorunda kaldığı aşikar. Doğru bakış açısından ziyade, mümkün olan en çok sayıdaki gözlem yerinden bahsetmeli, üstelik gözlem yerini adet ve kalite itibariyle zenginleştirirken zaman boyutunu asla ihmal etmemeliyiz; doğru! Siyasetin, "siyaset sathı maili"nden gözlenmesi gereği ne küçümsenmeli, ne de ihmal edilmeli; ne var ki esasen bu bakış açısı haberleşme vasıtalarıyla neredeyse tek gözlem yeri gibi takdim edildiği için "kuşbakışı"nı tercih ederken büyük bir kayba uğramıyoruz.

"Kuşbakışı" bile, sadece o noktadan bakılmak noktasında ısrar edildiğinde ismiyle müsemma kuşlara dair bir bakış ve değerlendirmenin zaaflarını taşıyabilir. Siyasi pratiğin içinde bulunanlar, kuşbakışı zaviyesinden görünen manzaranın fazla anlam taşımadığını, safderun yorumlara yol açabileceğini, yukarıdan bakınca her şeyin küçük ve kolay görüneceğini ileri sürebilirler; bu tenkitte haklılık payı olabileceğini kabul etmekle birlikte "kuşbakışı"yla hadisenin tamamı ve parçabütün ilişkileri hakkında esaslı bir kanaat edinmenin mümkün olduğunu fark ediyorum.

Meseleye "kuşbakışı" zaviyesinden bakınca görünen kabasaba, kunt ama isabet payı yüksek tespit şudur: Bizi problemlerin çözümsüzlüğü, ağırlığı, genişliği ve kapsamı değil muktedirlerin probleme bakış açısı çökertiyor. Belimizi büken, omuzlarımızı çatırdatan "abes" illetidir. Abesle iştigal ediyoruz. Abesin panzehiri akıldır; akıl, yani "fikri selim". Problem çözme vasıtası olarak fikri selim yerine korkuyu tercih etmenin bedelini, sudan meseleleri kronikleştirip, birkaç muktedirin vehmini paranoya haline getirerek ödüyoruz; buna kısaca problemleri sömürerek siyaset yapmak denilebilir. Bizim için abes o kadar gündelik bir unsur haline geldi ki, nadirattan da olsa fikri selime müracaat olunarak problemi kaynağında çözmeye kalkışanları şüpheyle karşılar olduk. Bu, açık bir zihin zaafıdır; zihni illetler ise ancak zihni tedavi usulleriyle def edilebilir.

Sağduyu ve fikri selim ile problemi henüz kaynağında çözmek yerine o meseleyi çözümsüzlük batağına saplayarak siyasi rant elde etmek, amblem farkı gözetmeksizin her siyasi kuruluşun ilk tercihi haline geldiği için yeni bir "tarzı siyaset"ten bahsetmenin zamanıdır. Meseleyi sürüncemede bırakarak kriz üzerinden siyaset yapmak, parayı doğrudan yatırıma yöneltmek yerine repoya yatırmayı hatırlatıyor bana; kısa vadeli, üretim fikrinden uzak ve garantili kazanç. Bu durumda mevcut siyasi kuruluşlardan birine ümit ve heyecan bağlamakla "çalıya çaput bağlamak" arasında fark kalmıyor.

"Kuşbakışı" zaviyesinden bakınca bir başörtüsü meselesinin yıllar boyunca teşbihi hoş görünüz sağmal bir inek gibi "işletilmesi"nin, halkın itimadını kazanmış bir siyasi ekibin taş çatlasa bir yıl içinde enflasyonu tek haneli rakama indirebileceğini iktisat ilminden behresi olan herkes bildiği halde enflasyon sırtından siyaset yürütmenin, temel eğitimin düzenlenmesi gibi teknik ve "sivil" bir ihtiyacın niçin askerler aracılığı ile gündeme getirildiğinin, ciddi, devamlı ve tutarlı kontrol yapıldığında trafik canavarının ehlileşeceği bilindiği halde yolların salhaneye çevrilmesinin hikmeti bir türlü anlaşılamıyor; "kuşbakışı" bakıldığında Güneydoğu meselesinde 14 seneden beri bir "arpa boyu" mesafe alınmış olması hiç de tatminkar görünmüyor.

Görünen şu: Bu coğrafyada siyasi gücün kullanılışı ve kurumlar arasında dağıtılması hiç de kitaba uygun değil. Hiçbir kurum kendi payına düşen miktarla yetinmiyor; kaidesiz dövüşte en dayanıklı ve en güçlü olan gücün tamamını inisiyatifinde bulunduruyor. Siyasiler, bir sınıf olarak varlıklarını makul göstermek gayesiyle "kriz üstünden" siyaset yapmanın ucuzluğuna sığınıyorlar. Türkiye'nin enerjisi ve heyecanı rölantide tutulan bir motor gibi iş görmüyor; ama pekala motor blokunun hararetini yükseltebiliyor. Bunlar bizi daima yüksek ateşte maruz bırakarak "hacir" altında tutmak istiyorlar.

Çalıya çaput bağlamak batıl itikattır ve toplulukları "samimi inanç" yerine batıl inançla, hurafeyle, paranoya haline getirilmiş korkular aracılığıyla yönetmek daha kolaydır.

Yukarıdan öyle görünüyor.