Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Ramazan'a girerken duyduğum en hoş cümle, Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan geldi; meâlen diyorlardı ki, "Bırakınız çocuklar camilerde oynasın, zıplasın, koşuştursun, bağırsın, çağırsın, neşelensinler; onları sert ve kırıcı bir tavırla azarlamayalım, onlara hoşgörü gösterelim, onların kalplerini kırmayalım; camilerin asık suratlı, gamlı ve kasavetli bir yer olmadığını görsünler, içleri açılsın…"

Tam olarak böyle söylemediklerinden eminim ama buna benzer bir şey söyledikleri muhakkaktır; bazı cümleleri ben ilave etmiş olabilirim; bunu bile-isteye, hatta şevkle ve arzuyla yaptığımı söyleyebilirim, çünkü bu fikir çok güzeldir, desteklenmesi ve çoğaltılması gerekir.

Bir Ramazan ayı, bir çocuğun kalbinde tebessüm, ruhunda çiçeklenme, içinde yaşama sevinci cinsinden güzelliklere dönüşmüyorsa, biz büyüklerin oturup ciddi ciddi "Biz nerede hata yaptık!" diye düşünmesi gerekiyor. İşte Diyanet'ten yapılan açıklamayı ben bu çerçevede değerlendiriyorum.


Ramazan girmeden birkaç hafta önce küçücük bir semt mescidinde cuma namazına gitmiştik; -bilirsiniz ki yazarınız, büyük, ihtişamlı, şatafatlı ve çok süslü camilerden ziyade alçak gönüllü, mütevazı, yüzü yere eğik ve sade semt mescitlerini ziyade sever- hutbe esnasında etrafa bakınırken son derece sıradışı, şaşırtıcı, hatta bazılarımız için "olmaz bu kadar; dünyanın çivisi çıktı" dedirtecek bir tabloyla karşılaştım.

İmam, minberin orta basamaklarında ayakta durarak cuma hutbesi irad ederken, basamakların en yukarısında dört, beş yaşlarında bir çocuk orada, en yüksekte etrafa bakınıp durmakta…

Minberde bir çocuk!

Tamam, camiye yolu düşenler çocuk görmeye alışkındır; hele yaz aylarında camilerin çocuk cemaatinde belirgin bir artış kaydedilir ama cuma hutbesi esnasında süt kuzusu yaşlarında bir erkek çocuğunun minbere çıkıp oradan cemaati seyretmesi, camilerde rastlanan şeylerden değildir.

Baktım, cemaatten yadırgayan yok; herkes bu durumu tabii bir şey gibi kabul etmekte; belli ki bu ilk olmuyor.

Muhtemelen bu çocuk, henüz yirmili yaşlarının son yıllarını sürmekte olan genç imamın oğludur; birbirlerini ezelden tanıyormuş gibi minberde rahat etmeleri aslında baba-oğul olduklarını gösteriyor.


Cami cemaatı bilir; bir kısım cemaat vardır ki, namazın erkânı meselesinde katiyyen taviz vermezler; bazı imamlar, Hazreti Ömer'in güzel bir âdetini tekrarlayarak farzdan önce cemaatin saf düzenine lâyıkıyla geçip geçmediklerini kontrol eder, saflarda eksik-gedik kalmasın diye titizlenirler. Namazın erkânı meselesini enikonu ciddiye alanlardan bir kısmı, özellikle sünnet namazı esnasında etraflarında dikkat kesilip şekil şartlarına riayetsizlik edenleri uyarmaktan zevk duyarlar. İmdi, namaz erkânına bu kadar riayetkâr kimselerin cuma hutbesi esnasında minberde çocuk bulunmasına veya diğer çocukların saflar arasında cirit atmasına hiç de hoş nazarla bakmayacaklarını tahmin edebiliriz.

Diyanet'ten yayınlanan, "Bırakınız çocuklar camilerde eğlensin; ayakları alışsın" yolundaki talimatın, kime veya kimlere yöneldiği aşikâr!


Tamam anladık çocuklar iyidir, hoştur, camilere gelsinler, mescidleri şenlendirsinlerdir fakat kabul etmeliyiz ki bazı hallerde hoş görülemeyecek kertede cemaat disiplininin sarsıldığı, ibadet mehâbetinin lâçka olduğu vaziyetlere de tesadüf olunmuştur.

Misâl veriyorum:

Bundan -ben deyim elli, siz deyin yetmiş- sene evvel taşrada bir mahalle mescidinde bulunmaktayız. Mahallenin ihtiyar fakat kalantor cami cemaati ön saflarda. Aylardan Ramazan, vakitlerden teravih. Tecrübeli cemaat, önceki acı tecrübelerden hareketle çoluk çocuk takımının mescide sokulduğunu pek istemiyor fakat açıkça engel de olmuyor. Çocuklar da radyo ve televizyonun olmadığı uzun kış gecelerinde mahalle mescidindeki eğlence fırsatını kaçırmak istemedikleri için neredeyse tam tekmil oradalar.

Cemaatten Osman Ağa diye biri var; eklemleri kireçlendiği için zor eğilip doğruluyor adamcağız.

Mahallenin çocuklarından, daha doğrusu bazı sevimli hayvan yavrusu sıfatlarına benzetilebilecek derece sevimli sakinlerinden biri, caminin odunluğundan aşırıp koynuna soktuğu kısa ve enli odun kütüğü parçası ile tam da Osman Ağa'nın arka hizasında mevzilerip namaza duruyor. İlk sünnet, farz, yatsının son sünneti derken, teravihe duruluyor; tam ortalarında, o sevimli hayvan yavrusunun iki kere zikredildiği sıfattaki vasıfları taşıyan çocuk, öndeki Osman Ağa'nın secdeye varışını hesab ederek koynundan kısa odun kütüğünü çıkarıyor…

Osman Ağa'nın oturağı ile halının arasındaki mesafeye usturupluca yerleştiriyor. Osman Ağa secdeden ka'deye doğrulmak için bir yekiniyor, I-ııh… Bir daha, yine yok…

Yana doğru devrilmesi lazım ki bu biçimsiz durumdan kurtulabilsin.


İmam selam verir vermez, ilk saftakilerin arka saftakilere doğru nasıl hücuma geçtiğini ve Osman Ağa'nın yerde debelendiğini gördükten sonra arka saftaki çocukların nasıl zaptedilmez bir neş'e ve eğlence duygusuyla camiden dışarı uğrayıp sokağa saçıldıklarını artık ben anlatamam; siz tahmin edeceksiniz…

Keza, kaçamayıp ilk saftakilerin eline düşen bazı çocukların nasıl dayak yemiş olabileceklerini de takdir ve i'zanınıza bırakıyorum. Böyle yaptıkları için kimseyi kınayacak da değilim.

Nitekim Osman Ağa'nın başına gelenleri, benim vasıtamla siz de duymuş buluyorsunuz; kimbilir daha kimler öğrenecektir bu acı Ramazan şakasını…


Şimdiki yaşlılar eskiler gibi sert değil; kendimden biliyorum.

Şimdiki çocuklar da eskiler gibi zalim değil.

O kadarcığı elbette olacak; arka saflara atılmış çocuklar birbirini dirsekleyip kıkırdayacak, gülme röbetlerine kapılacaklar; namazın mehabeti bozulacak, hacıemmiler, "Ulan keratalar sizin tohumunuza para mı verdik de aldık!" diye celâllenecekler. Kaçanlar olacak kovalayanlar olacak…


Onu bilir onu söylerim; çocuk camiye yakışıyor, çok güzel bir manzara oluyor; nitekim geçenlerde yine bir semt mescidinde teravihte idik; mescid lebâleb fakat daha güzeli neredeyse yarısı genç ve çocuklardan mürekkeb idi.

Güzel şeyler bunlar; hamdolsun bu nimetlere eriştirene...