Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Kartal Özel Tip Cezaevi bir devrin sonunu mu temsil ediyor? Vaktiyle İmralı Adası'nın Türk siyasetinde oynadığı rolü sanki bu defa Kartal Cezaevi üstlenmiş gibi;

bizde siyasi tasfiyelerin emeklilik veya onurlu istifa ile nihayetlenmek yerine İmralı, Mamak veya Kartal gibi adreslerde sonuçlanması siyaset üslûbumuzdaki sakatlığı da işaretlemekte. Nice zamandır peyder pey sırça köşklerden, şaşaalı protokol mevkiilerinden, gücün ve iktidarın şâhikalarından, beton koğuşlara düşenlerin sayıca artması, Türk siyasetinin bu defa yine önemli bir makas değiştirme noktasına doğru hızla ilerlediğini gösteriyor.

Eski bakanlar, ünlü işadamları, seçilmiş siyasetçiler, yüksek bürokratlar, mafya liderleri gibi insanların ortak niteliği vaktiyle siyasi ve iktisadi gücün zirvesini paylaşmış olmaları. Birtakım eski iktidar aktörlerinin adeta teşhir edilircesine zelil bir ithama veya cezaya uğramaları, şüphesiz diğer aktörlere yönelmiş çok ciddi bir ikaz olarak yorumlanmalıdır. Peki, bir devrin güneşleri Kartal Cezaevi'nde sönmeye mahkûm edilirken, yeni dönemden, siyasi hayatımızı ahlakî prensipler çerçevesinde yeniden yapılandıracağını bekleyebilir miyiz?

Hayır; bu kadarı fazlaca iyimser bir beklenti olur!

Bu noktada asıl esef edilmesi gereken hadise, "değişim"in kamuoyu gücüyle değil, kamuoyu gücünün gözü önünde gerçekleştiriliyor olmasıdır; zira yeni devrin siyasi aktörleri, kamuoyu tarafından belirlenecek gibi görünmüyor. Türkiye'de kamuoyu henüz, ecnebilerin "casting" dediği "rol dağıtma" yetkisini üstlenecek kadar gelişmedi; kamuoyunu aldatılmaya, yönlendirilmeye ve suiistimale karşı dayanıklılık kazanamadı. Siyasi yapımızın zaafı, biraz da kamuoyumuzun ve onu teşkil eden, destekleyen kurumların zaafiyetinden kaynaklanıyor.

Biz bugüne kadar Seçim ve Siyasi Partiler kanunlarının değiştirilmesini, toplumun siyasi mekanizmayla daha doğrudan ilişki kurabilmesi ve hatta onu yönlendirmesi ümidiyle destekliyorduk ama bu değişimin, bizimle aynı millî hassasiyetleri paylaşmayan çevreler tarafından da dayatılmasına mim koymak gerekir. Kamuoyunun yeterince belirleyici olmadığı bir iklimde bu muhtemel değişiklikler, yeni siyasi hayatın temel karakterlerini tayin edecek yeni güç odaklarının iş göreceği zemini "temizlemek" görevini de üstlenecek gibi görünüyor.

Türk siyasetinin yeni aktörleri ve yeni karakterleri kim olacak? Bu soruya "elbette ki Türk toplumunun dinamikleri" cevabını verebilmekten çok uzağız. "Türk toplumunun dinamikleri" dediğimiz vâkıa, düzeni, yani oyunun kurallarını ve senaryoyu belirleme gücünü gösteremediği için, işin "cast of charakter" kısmında esas itibariyle seyirci kalmaya mahkumdur. Yeni bir oluşumun muhtemel isimleri olarak ortalıkta boy gösteren kişi ve çevreler, on gün içinde Türk finans piyasalarına 14 milyar dolar taze para enjekte edecek güce rağmen bir yerlere gelemeyeceklerini biliyor olsalar gerektir. Türk toplumunun masa başında bir "millet" olmaktan ziyade bir "pazar", bir müşteri kitlesi sıfatıyla hesaba katılması çok acı. Bu tahlil boyunca "casting" haricinde İngilizce tâbir kullanmamak için direndim fakat içinde yaşadığımız garabet, olguların İngilizce karşılıkları telaffuz edilmeden anlaşılacak gibi değil. Garip değil mi; bize dair ve bize ait kelimeleri istihkârla reddedişimizin âkıbeti bu işte; hâlimizi tasvire Türkçe tâbirler kifâyet etmiyor. Bu aslında bize dair ve bize ait bir dünya ve varlık tasavvurunun da çözülüşü ve ortadan kayboluşu anlamına da geliyor. Size saçma görünebilir ama ben doların lirayı, Derviş'in Ecevit'i, 'Casting'in milli irade'yi, "Marketing'in siyaseti ve neticede "Market"in toplumu ikame etmesinde, kelimelere ihanetin bedelini görüyorum.

Artık bu yazı ancak şu beylik Broadway tabiri ile noktalanabilir:

"Show must go on!", yani "oyun, mutlaka sürdürülmeli.

Öyle oluyor zaten!