Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Türkiye'de bir "aydın vicdanı" yok; halbuki böyle bir vicdanın, -tabii bir tarihi seyirle- en azından Tanzimat devrinde "Tercüme Odası"nın kurulmasından bu yana teşekkül etmesi beklenirdi.

Tercüme Odası, Bâbıâli'de Hariciye Nezareti'ne bağlı bir "devlet aydınları kulübü"ydü. Osmanlı toplumunun klasik dengeleri amansız bir sarsıntıya tutulduğunda devletten bağımsız olarak gelişmesi beklenen yeni fikirlerin tutunabileceği bir toplumsal zümre ihtiyacı belirmişti; ama yeni fikirlerin, yani kaba bir ifadeyle batıcılığın devletten bağımsız gelişmesi için uygun bir mecrâ yoktu. Modern Türk aydının ilk örnekleri böylece devlet kadrolarında fidelendiler. İşte bu zaruri ve talihsiz başlangıçtan beridir ki Türk aydını kendi toplumundan yana tavır takınmakta âdeta ırsî bir beceriksizlikle mâluldür. Bizde aydın sınıfının "solcu-toplumcu" etiketini bir buçuk asırdır iftiharla taşımasına aldanmamalı. İçlerinde en müfrit devlet aleyhtarı bile son tahlilde aralarında devletçi elitlerin de bulunduğu iktidar sahipleri ile işbirliği yapmaktan çekinmemiştir ve yakın tarihimiz bu tutumun ibretlik örnekleriyle doludur.

Bu hüküm, F tipi cezaevlerinin kapanması maksadıyla ölüm orucuna başlayan bazı siyasî mahkumların bir kısım aydın tarafından desteklenmesi hadisesiyle çelişir gibi görünse de daha ayrıntılı bir analiz bu tutumun "topluma rağmen" niteliğini ortaya koyuyor. Türk toplumu, devleti acz içinde gösteren cezaevi eylemlerini sempatiyle karşılamadığı gibi, son af tasarısının Cumhurbaşkanlığı'ndan dönmesi konusundaki desteğini de açıkça izhar ediyor. Bu noktada af tasarısının hükümet tarafından mânâsız bir inatla yeniden köşke gönderilmesi, ne yazık ki çaresizliğin inada dönüşmesinden başka anlama gelmiyor. Başbakan "sessiz çoğunluğun" evinde internet ve faks bulunmadığından bahisle Türk toplumunun af tasarısını aslında destekleyip desteklemediği konusunda kesin konuşmanın yanlış olacağını ileri sürerken haksızdı. Yıllardan beri "toplumun nabzı"nı tutmakla icrâ-yı zenaat eyleyenlerin, işler sarpa sarınca iletişim teknolojisinin sınırlılığına yaslanması hiç de mâkul değil. Hayır, Türk toplumu bu affı hiç desteklemedi; çünkü affın gerekçesi konusunda hâlâ ikna edilmiş değildir ve bu gerekçe, af tasarısına evet oyu verenlerin bile açıklamakta güçlük çektiği bir çetrefillik içindedir.

"F Tipi" meselesi, geleceğin tarihçilerini hayli zorlayacak bir zihnî muamma teşkil ediyor; "Öteki Türkiye", basından aksettirildiği kadarıyla F tipi cezaevlerinin açılmasını istemeyen bazı siyasî mahkûmları anlamamakta haklıdır ve bu garip saplantının daha adil ve iyi bir infaz sistemini hedeflemediğini fark etmiştir. Moskova'nın büyük meydanlarında bile itibardan düşmüş orak-çekiçli amblemlerin hapishanelerin koğuş duvarlarını süslemesini bir türlü anlayamadığı gibi cezaevlerinin amansız birer "örgüt okulu" haline getirilmesini de yadırgamakta, ölüm orucuna yatmak gereken onca adaletsizlik ve düzensizlik varken koğuş sisteminin kılına dokunulmaması için "can bahası"na girişilen bu medyatik direnişleri ve bu esnada hükümetin içine düştüğü aczi, sadece acı bir tebessümle seyretmektedir.

Anlatılması ve savunulması bu kadar abes bir inadı kamuoyuna mal ettikleri için "aydın vicdanı"na kimin müteşekkir kalması bekleniyor? Daha şimdiden adı, bazı basın kuruluşları tarafından "arabulucu"ya çıkarılan bu aydınlar, atıldıkları fedakârlığı sadece "insânî hassasiyet"le izah edebilirler mi? Ve eğer bu arabuluculuk misyonu sadece insânî gerekçelerle savunuluyor ise, bu bir grup aydının taşıdığı vicdanın niçin bütün gayriinsânî durumlarda kanamaya başlamadığını sormak yerinde değil midir?

Bugün adalet sistemimizin en mühim meselesinin "F Tipi" cezaevleri olduğunu ileri sürebilmek keşke mümkün olsaydı? Yeniden köşke gönderileceği söylenen o garip af tasarısı da dahil adalet cihazımız, neresinden tutsanız dökülüyor. Devletin iki klasik görevi var: Adalet ve güvenlik. Adalet cihazını bu kadar tartışılır hale getirmekle aslında devlet seçkinleri, cezaevlerindeki siyasî mahkumlardan çok daha fazla "devlet" fikrini tahrip etmiş oluyorlar.

Cezaevlerinin önünde iş tutan aydın takımı, bu çok kaba şantaja bilerek veya bilmeyerek alet olmakla Türkiye'de "aydın vicdanı" denilen şeyin, toplum vicdanından ne kadar uzakta olduğunu göstermiş oluyorlar sadece. Bu ülkede tecrid edilmişlik veya koyu yalnızlık hissi sebebiyle psikolojik bunalıma girmesi beklenenler, sadece F tipi cezaevlerinin muhtemel mahkûmları değil; yalnızlık psikolojisinin yıkıcı yoğunluğunu bugün "öteki Türkiye"yi teşkil eden insanlardan daha iyi kimse bilemez.