Cezaevleri boşalacak, dershaneler kapanacak

O yıllarda dershane sektörü vardı ama ben dershaneye gitmedim.

Pek çok arkadaşla birlikte lise bilgilerimle üniversite kazandım. Dershaneleri gerekli kılan şey, her yıl sayısı gittikçe artan lise mezununu, üniversite kapısında âdil ve sofistike bir sınavdan geçirmek ihtiyacı oldu. Normal lise müfredatı detaylandırıldı; daha ince soru çıkarmak için bir lise mezununun asla ihtiyaç duyamadığı bilim teferruatı müfredata sokuldu. Durumu şöyle izah edeyim; bunca yıldır “biraz Türkçe bilir!” havasıyla yazıp çiziyorum; üniversite imtihanında sorulan Türkçe ve kompozisyon suallerinin yarıdan çoğunu, değil doğru cevaplamak, kavrayamıyorum bile!

Asıl vahlanması gereken hâl bu: Çocuk dişini sıkıp, ömründe hiç lazım olmayacak saçmalıkları sınav verecek kadar öğreniyor fakat asla sahiplenmiyor. İngiliz öğretmenlerin Hindli çocuklara logaritma cetveli ezberletmesini andıran bir saçmalık. Okulda maarifin mahalli kalmamış; elli adımda iğneye iplik geçireni başarılı saymak, -eh âdil ama- yine de saçma.

Dershanelerin hiç olmaması gerektiğine dair birkaç yazı kaleme almıştım yıllar önce. Dershaneler, devlet okullarının lüzumsuzluğunu gösteriyor sadece; ya birini ya ötekini kapatacaksınız; sâkin mantık bunu gerektirir. Hükümet eğer, eğitimin kalitesini artırarak dershaneleri fiilen fonksiyonsuz bırakmış olsa, o maarif vekilinin elini öperdim, yine öperim. Tartışma bu eksende gitmiyor ama; dershanelerin varlık sebeplerini fiilen sona erdirmeden dershane kapatmanın bir tane makul pedagojik gerekçesi yok. Tek mâkul gerekçe politik inat, hatta hırs; içinde bir miktar kin bulunduğu da mâlum! Eğitimle ilgili bir şey değil; hırsla, inatla, hatta kinle alâkalı. “Evvela kapatalım; çıkacak mahzurları sonradan hallederiz” şeklinde bir asabiyet, bir göz karartma haliyle karşı karşıyayız.

Eğitimimizin dağ gibi meseleleri var; iktidar 11 yılda bir ulaştırma bakanına mukabil tam beş eğitim bakanıyla çalışmış; ilginç tablo! Onca reform gayretine rağmen alınan mesafe bir arpa boyu!

“Dershaneler kapanacak dedim, kapanacak; o kadar!” tavrı, pedagojik lâzımeler adına yapılmıyor; “Ders vermek” adına, başarısızlığı daha şimdiden âşikâr bir rest çekiliyor. Tam bir “Üzüm yemek değil de bağcıyı dövmek” durumu.

Hükümetin, bağcıyı dövmekle üzümü yiyebileceğine yani eğitimin devâsâ sıkıntılarından birini olsun halledebileceğine kanaat getirsem, -işte vallahi!- sersemletilmeye, ders verilmeye uğraştıkları bağcıdan yana durmazdım. Dershanelere temel mantığı bakımından karşı olduğumu az evvel belirttim, lakin birisi kenarda durmuş bıyık altından gülerek, “Mesele dershane değil arkadaş, sen daha anlamadın mı?” diye fısıldıyor.

Asıl meseleyi anlıyorum, görüyorum ve üzülüyorum. Üzüntümün ilk sebebi bizatihi bu hükümet adına; bu kadar kin hamûlesiyle yürümek en başta hükümet adına eziyet; hükümet dershane sektörüne değil, kendi nefsine zulmediyor. İki: Bu projeleri -eli mahkûm- yürütmek durumundaki siyaset adamı ve bürokratlar adına gerçekten üzülüyorum; onların, konuya tam inanmadıkları halde işi savunmak durumunda kaldıklarını sanıyorum. Üçüncü üzüntüm, hükümet yanlısı matbuattaki arkadaşlarla ilgili ve onların yerinde olmak istemezdim doğrusu.

Ve ince bir nokta: Dershanelerin kapanması bir raddeden sonra hiç önemli değil, vazgeçilmeyecek derecede hayatî bile değil, lâkin hayır duaların sükûta ve sukûta dönüşmesi...

Ah, işte o hiç hayır alâmeti sayılmaz!


Kaynak (Arşiv)