Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Milliyetçilik konusunda şimdiye kadar yazılan akademik kitaplar ve tezler bir kütüphane oluşturur; siz bunlara bir de tercüme kitapları ekleyiniz. Bu yayın bolluğu, aslında hayra alamet sayılmaz; milliyetçilik, sosyal bilimlerin en muğlak kavramlarından biri.

Muğlaklığın başlıca sebebi şudur: Milliyetçilik diye adlandırdığımız olgu, endüstriyalizmin yan ürünü olarak Batılı toplumların bünyesinde ortaya çıktı. Kavramın Doğulu toplumlarda, düpedüz ırkçılık diye bildiğimiz asabiyye dışında karşılığı yok. Batılıların nationalizm adını verdiği bu kavrama biz millet kelimesinden türeyen bir karşılıkla milliyetçilik diyoruz. Millet kelimesi bizim kültür ve irfan iklimimizde “dinî topluluk” demek. Osmanlı idaresinin, gayrimüslim teba hakkında uyguladığı “Millet sistemi”, Müslüman olmayanların tâbi oldukları kilise ve cemaat aracılığı ile devletle muhatap olması anlamına geliyor.

Milliyetçilik, laik muhtevalı bir tâbir. Toplumun devlet tarafından dinî aidiyetleriyle değil, kültürel ve etnik özellikleriyle tarif edildiği bir yaklaşım. Bizde devlet idaresi Cumhuriyet’le birlikte Fransız modeli katı laikçi doktrini benimsedi ama hayli ârızalı bir kavramla isimlendirildi. Nitekim zaman içinde birbiriyle hiç ilgisi olmayan milliyetçilikler gördük:

1-Devletin CHP ve halk evleri aracılığı ile uyguladığı milliyetçilik. Bu yaklaşım bütün vatandaşları anayasal Türk kabul etmekle kalmıyor, özellikle Kürtlerin farklı bir etnik kökten geldiğini görmezden geliyordu. Devlet milliyetçiliği, toplumun İslâmla ilgisini zayıflatmak için onun yerine ikame olunacak bir Türklük yüceltmesini resmî görüş olarak benimsedi. Bu yaklaşım laikçi idi ve günümüzde “Atatürk milliyetçiliği” diye de bilinen bu târif, mantık yapısı pozitivist esaslara göre hürleştirilmiş bir toplum inşâsı amaçlıyordu.

2-Ne gariptir ki, devletin laikçi milliyetçiliğine tepki gösteren sağ muhalefet de aynı kavramı kullanmayı tercih ederek kavram karışıklığını yoğunlaştırdı. Mehmet Akif merhumun İstiklal Marşı’nda tebcil ettiği “Hakk’a tapan” Müslüman millet sağın ana stratejisi oldu ve hâlâ öyledir. Bu yaklaşım daha sonra MHP paralelindeki aydınlar tarafından geliştirildi; formüle Türklük elementi ilave edildi: “Müslüman Türk milleti”, laikçi bir kavram olan kök vurgusunu, dinî bir kavram olan İslâm’la birleştiriyor ve yeni bir kimya ortaya koyuyordu.

3-28 Şubat’tan sonra, devleti sadece askerlerin korumasının yeterli olmadığını düşünen asker-sivil karışımı mihraklar tarafından kavrama yeni bir mâhiyet kazandırıldı: Ulusalcılık, öteki etnik kökleri dışlamadığı ileri sürülen “Atatürk milliyetçiliği”nin daha sertleştirilmiş ve dışlayıcı şekli olarak revaç buldu. Ulusalcılık kavramının, lügat açıklığı bakımından milliyetçilikten daha doğru bir isimlendirme olduğu tartışılmaz.

Ulusalcılık, muhtevasına ve temel esaslarına asla katılmadığım bir ideoloji ama en azından daha işin başında yanlış isimlendirilmemesini lisanımız nâmına olumlu buluyorum. Kavram kargaşasından doğacak mahzurlara yıllardan beri defalarca dikkat çekmiş biri olarak, en azından neyi, niçin tartıştığımızı bilmemiz bakımından ulusalcı cereyanın siyasi düşünceye netlik kazandıracağını düşünüyorum.

Siyasi hayatımızda ulusalcılık bugün en net hâliyle İşçi Partisi tarafından temsil ediliyor ama CHP içinde hayli aktif ve etkili bir ulusalcı grubun varlığı artık iyice açığa çıktı. CHP, merkez siyaseti yürüterek iktidara gelmek isteyen yüzüyle ulusalcı tezlere mesafeli dururken, Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana resmî ideoloji olarak kabul görmüş yaklaşımlardan da tamamen vazgeçemiyor. Genel başkanı Kılıçdaroğlu’nun şahsi durumu, CHP’nin içinde bunaldığı ulusalcı çıkmazı iyice netleştirmekte. Kılıçdaroğlu’nun etnik kökleri ve siyasi felsefesi itibariyle ulusalcılıkla arasında tabii bir mesafe mevcut ama genel başkanı olduğu partinin tarihî ve ideolojik kökleri kendisini halk tâbiriyle “İki arada bir derede”, garip bir mevkide bırakıyor.

CHP, kuruluş günlerindeki resmî ideolojiyi sahiplenip aslına rücû mu edecek, yoksa merkez siyâsetini benimseyip dış dünyanın yükselen değeri demokratikleşmeye mi yönelecek? Galiba bu açmazın cevabı önümüzdeki birkaç yıl içinde netleşecek ve o gün Türk siyaseti yeni bir safhaya girmiş olacak.